peyzaja yabancı – peyzaj ve yabancı
Meslek Seçimi
17-23 Haziran tarihleri arasında İTÜ’de bir lise yaz okulu gerçekleşti. İtüTA – İTÜ Tasarım Atölyesi adı altında gerçekleşen etkinlikte atölye çalışmaları, öğrencileri Mimarlık Fakültesi ile tanıştırmayı hedeflerken tasarımla ilişkili farklı mecralara dokunabilecekleri bir program ortaya konması amaçlanmış. Beni de peyzaj üzerine bir atölye için davet ettiler. Profesyonellere ve bu işin okulunda okuyan öğrencilere peyzajla ilgili ahkam kesmek kolay da, bu işi hiç bilmeyen, belki ilgisi de olmayan bir kitleye konuyu nasıl açarım diye endişelendim başta. Daha sonra meseleyi 1- Peyzaj – İnsan Müdahalesi Olan Çevreler 2-Peyzaj Mimarisi – Her Türlü Açık Alan Tasarımı 3- Peyzaj ve Sanat – Arazi Sanatı 4- Atölye Çalışması – Organik Düğüm olarak dört maddede özetlemeye çalıştım. Son kertede ne kadarını yakalayabildikleriyle ilgili endişe yerini geri dönüşlerinden edindiğim olumlu izlenime bıraktı. Etkinlik bana nasıl da tesadüfi bir şekilde kendimi peyzaj mimarlığı okurken bulduğumu, hatta sevmeyerek okuduğumu hatırlattı, ardından da aklıma başka bir konu takıldı.
Yabancı ve Peyzaj Mimarlığının Varoluş Sıkıntısı
Öğrenciliğim boyunca okulda yapılan sunumlarda, gösterilen referansların yabancı olmasını eleştirdim. Özellikle İtalya’nın meydanlarını, Avrupa imparatorluklarından kalma saray bahçelerini, büyük metropollerin kent parklarını ve projeleri üzerinden bu mesleğin öğretiliyor olması hep rahatsızlık verdi. Bu projeleri lisans yıllarında hem okuyor hem ziyaret ediyor olmanın şansı bir yana, o yıllarda çok da ifade edemediğim başka bir sorun vardı. Türkiye’de derslerde gösterilecek örnek olmasa bile -ki bu doğru değil- bu işi öğretmenin başka yolu nasıl bulunamamıştı? Çok sonraları anladım ki bu da tıpkı peyzaj kavramının etimolojik problemi gibi meslek öğretisinde bir yabancılık hissi doğuruyor, dahası bu his tasarlarken de düşünürken de ezberin ötesine geçemeyen söylemlere zorluyor, insanı ne olduğunu da anlamadığı bir boşluğa düşürüyordu. Eğitimdeki bu açığın bugün peyzaj tasarımı diye Türkiye’de karşımıza çıkan şeyin de sebebi olduğuna inanıyorum. Refüjleri, karayolları peyzajlarını yapanlar da, Göztepe Parkı’nı gururla Barok stilinde tasarlayıp uygulayanlar da bu ülkenin toplasan 10’u geçmeyecek peyzaj mimarlığı eğitimi veren okullarında okumuş peyzaj mimarları. Konuyu diğer tasarım disiplinleriyle karşılaştırmalı biçimde ele almak ve daha büyük bir resim çizmek de mümkün, yine de peyzaj mimarisi özelinde şevkle tasarlanıp önümüze konan projelerdeki ölçüsüzlüğün tam da bu bahsettiğim ‘boşlukta boğulma’ olduğunu söylemek yanlış olamaz.
Doğayı Sevmeyen Peyzaj Mimarı mı Olur?
Biraz daha ileri gidip -açıklamaktan çekinsem de- Camus’nun Yabancı’sından bu vaziyete bir link atabiliriz belki. Türkiye’de bu mesleğin yaşadığı varoluş sıkıntısının adını koymak adına. Yabancı’da hikayenin baş karakterinin başına gelen olaylara umursamazlığı, hayattan bıkkınlığı kendi yalnızlığı ve depresyonuyla uğraşısı Türkiyeli peyzaj mimarının peyzajla imtihanı arasında bir analoji kurulabilir mi? Kuramayan varsa beri gelsin. Benim sevdiğim bir tanım değil ama ‘Doğayı sevmeyen bu işi yapamaz’ derler. Türkiye’de peyzaj tasarımı için böyle bir sevgiden bahsedebilir miyiz bugün?
Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Ayşin Büyüknohutçu’nun anısına
Doğal Malzemenin Bedeli Üzerine
Bu yazıyı geçtiğimiz ay Finike’de katledilen Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Ayşin Büyüknohutçu anısına yazıyorum. İnsan hayatının iki kuruş olduğu bu coğrafyada çevre için yürüttükleri direnişten vazgeçmeyen iki cesur yüreğe. Büyüknohutçu çifti Antalya’da mermer ocaklarına karşı mücadeleleri ile tanınıyordu ve geçtiğimiz ay Antalya’daki evlerinde ölü bulundular. Uzun zamandır tehditler alıyor oldukları bilinen çiftin cinayet zanlısı suçunu itiraf etse de konunun kayıtlara geçtiği gibi gasp sebebiyle işlenmiş olduğuna bilmiyorum kim inanır?
Açtıkları davaları, takibini yaptıkları ve belgeledikleri ihlalleri yıllarca tehditlere rağmen sürdürmüş, yöredeki ocak işletmecilerinin tabiri caizse korkulu rüyası olmuşlar. Tam da taş ocaklarının ihlalleri üzerine ofis içinde yaptığımız araştırmalar esnasında aldığımız bu haber bize inşaat endüstrisinin yalnızca doğaya zarar vermediğini bir kez daha hatırlattı. Ayrıca doğal taşın projelerdeki anlamı üzerine biraz daha düşünmenin de tam sırası olduğunu.
Doğal taş inşaat sektörünün yıldızıdır. İç ve dış mekanda, cephede genelde ilk tercihler arasında yerini alır. Alternatifi varsa örneğin, olsa olsa bütçe yüzünden vazgeçilir, kompozit malzeme, baskı beton, döküm malzeme vb. ile yer değiştirir. Genellikle ‘-mış gibi’ olan, doğal malzemeyi taklit eden ürünleri sevmeyiz. Kullandığımız malzemeler, bileşenleri ve kökeni ile ilgili sıklıkla düşünmek zorunda olan biri olarak doğal taşın kullanım ve etik değeri aklımı hep kurcalar. Ülkemizde taş ve maden ocaklarının uygulamalarında yapılan ihlalleri, sınırları aştıkları hep bilinse de göz yumulan açgözlü işletmecilerin çevreye verdiği zararı, dahası maden felaketlerinde kaybedilen canları, yok olan aileleri düşündükçe doğal malzemenin kullanımını anlamlı bulmakta zorlanırım.
Bu can sıkıntısıyla Türkiye’deki doğal taş çıkarılan ocakların haritasını hazırladık. Bu görsel yalnızca ocakların yerlerini gösteriyor. Bir de bu ocakları işleyen irili ufaklı işletmeler var ki tahribatın kaynağı onlar.
Canlarını bu zararı azaltmak uğruna kaybetmiş Büyüknohutçu çiftinin anısı birçoğumuzun aklından çıkmayacak. Huzurla uyusunlar.
1 comment