kozmofol

peyzaja yabancı – peyzaj ve yabancı

Posted in atölye, öğrenci, itü, konferans, tartışma by enip on 21 Haz 2017

Meslek Seçimi

17-23 Haziran tarihleri arasında İTÜ’de bir lise yaz okulu gerçekleşti. İtüTA – İTÜ Tasarım Atölyesi adı altında gerçekleşen etkinlikte atölye çalışmaları, öğrencileri Mimarlık Fakültesi ile tanıştırmayı hedeflerken tasarımla ilişkili farklı mecralara dokunabilecekleri bir program ortaya konması amaçlanmış. Beni de peyzaj üzerine bir atölye için davet ettiler. Profesyonellere ve bu işin okulunda okuyan öğrencilere peyzajla ilgili ahkam kesmek kolay da, bu işi hiç bilmeyen, belki ilgisi de olmayan bir kitleye konuyu nasıl açarım diye endişelendim başta. Daha sonra meseleyi 1- Peyzaj – İnsan Müdahalesi Olan Çevreler 2-Peyzaj Mimarisi – Her Türlü Açık Alan Tasarımı 3- Peyzaj ve Sanat – Arazi Sanatı 4- Atölye Çalışması – Organik Düğüm olarak dört maddede özetlemeye çalıştım. Son kertede ne kadarını yakalayabildikleriyle ilgili endişe yerini geri dönüşlerinden edindiğim olumlu izlenime bıraktı. Etkinlik bana nasıl da tesadüfi bir şekilde kendimi peyzaj mimarlığı okurken bulduğumu, hatta sevmeyerek okuduğumu hatırlattı, ardından da aklıma başka bir konu takıldı.

Yabancı ve Peyzaj Mimarlığının Varoluş Sıkıntısı

Öğrenciliğim boyunca okulda yapılan sunumlarda, gösterilen referansların yabancı olmasını eleştirdim. Özellikle İtalya’nın meydanlarını, Avrupa imparatorluklarından kalma saray bahçelerini, büyük metropollerin kent parklarını ve projeleri üzerinden bu mesleğin öğretiliyor olması hep rahatsızlık verdi. Bu projeleri lisans yıllarında hem okuyor hem ziyaret ediyor olmanın şansı bir yana, o yıllarda çok da ifade edemediğim başka bir sorun vardı. Türkiye’de derslerde gösterilecek örnek olmasa bile -ki bu doğru değil- bu işi öğretmenin başka yolu nasıl bulunamamıştı? Çok sonraları anladım ki bu da tıpkı peyzaj kavramının etimolojik problemi gibi meslek öğretisinde bir yabancılık hissi doğuruyor, dahası bu his tasarlarken de düşünürken de ezberin ötesine geçemeyen söylemlere zorluyor, insanı ne olduğunu da anlamadığı bir boşluğa düşürüyordu. Eğitimdeki bu açığın bugün peyzaj tasarımı diye Türkiye’de karşımıza çıkan şeyin de sebebi olduğuna inanıyorum. Refüjleri, karayolları peyzajlarını yapanlar da, Göztepe Parkı’nı gururla Barok stilinde tasarlayıp uygulayanlar da bu ülkenin toplasan 10’u geçmeyecek peyzaj mimarlığı eğitimi veren okullarında okumuş peyzaj mimarları. Konuyu diğer tasarım disiplinleriyle karşılaştırmalı biçimde ele almak ve daha büyük bir resim çizmek de mümkün, yine de peyzaj mimarisi özelinde şevkle tasarlanıp önümüze konan projelerdeki ölçüsüzlüğün tam da bu bahsettiğim ‘boşlukta boğulma’ olduğunu söylemek yanlış olamaz.

Doğayı Sevmeyen Peyzaj Mimarı mı Olur?

Biraz daha ileri gidip -açıklamaktan çekinsem de- Camus’nun Yabancı’sından bu vaziyete bir link atabiliriz belki. Türkiye’de bu mesleğin yaşadığı varoluş sıkıntısının adını koymak adına. Yabancı’da hikayenin baş karakterinin başına gelen olaylara umursamazlığı, hayattan bıkkınlığı kendi yalnızlığı ve depresyonuyla uğraşısı Türkiyeli peyzaj mimarının peyzajla imtihanı arasında bir analoji kurulabilir mi? Kuramayan varsa beri gelsin. Benim sevdiğim bir tanım değil ama ‘Doğayı sevmeyen bu işi yapamaz’ derler. Türkiye’de peyzaj tasarımı için böyle bir sevgiden bahsedebilir miyiz bugün?

Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Ayşin Büyüknohutçu’nun anısına

Posted in doğal taş by enip on 15 Haz 2017

Doğal Malzemenin Bedeli Üzerine

Bu yazıyı geçtiğimiz ay Finike’de katledilen Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Ayşin Büyüknohutçu anısına yazıyorum. İnsan hayatının iki kuruş olduğu bu coğrafyada çevre için yürüttükleri direnişten vazgeçmeyen iki cesur yüreğe. Büyüknohutçu çifti Antalya’da mermer ocaklarına karşı mücadeleleri ile tanınıyordu ve geçtiğimiz ay Antalya’daki evlerinde ölü bulundular. Uzun zamandır tehditler alıyor oldukları bilinen çiftin cinayet zanlısı suçunu itiraf etse de konunun kayıtlara geçtiği gibi gasp sebebiyle işlenmiş olduğuna bilmiyorum kim inanır?

Açtıkları davaları, takibini yaptıkları ve belgeledikleri ihlalleri yıllarca tehditlere rağmen sürdürmüş, yöredeki ocak işletmecilerinin tabiri caizse korkulu rüyası olmuşlar. Tam da taş ocaklarının ihlalleri üzerine ofis içinde yaptığımız araştırmalar esnasında aldığımız bu haber bize inşaat endüstrisinin yalnızca doğaya zarar vermediğini bir kez daha hatırlattı. Ayrıca doğal taşın projelerdeki anlamı üzerine biraz daha düşünmenin de tam sırası olduğunu.

Doğal taş inşaat sektörünün yıldızıdır. İç ve dış mekanda, cephede genelde ilk tercihler arasında yerini alır. Alternatifi varsa örneğin, olsa olsa bütçe yüzünden vazgeçilir, kompozit malzeme, baskı beton, döküm malzeme vb. ile yer değiştirir. Genellikle ‘-mış gibi’ olan, doğal malzemeyi taklit eden ürünleri sevmeyiz. Kullandığımız malzemeler, bileşenleri ve kökeni ile ilgili sıklıkla düşünmek zorunda olan biri olarak doğal taşın kullanım ve etik değeri aklımı hep kurcalar. Ülkemizde taş ve maden ocaklarının uygulamalarında yapılan ihlalleri, sınırları aştıkları hep bilinse de göz yumulan açgözlü işletmecilerin çevreye verdiği zararı, dahası maden felaketlerinde kaybedilen canları, yok olan aileleri düşündükçe doğal malzemenin kullanımını anlamlı bulmakta zorlanırım.

Bu can sıkıntısıyla Türkiye’deki doğal taş çıkarılan ocakların haritasını hazırladık. Bu görsel yalnızca ocakların yerlerini gösteriyor. Bir de bu ocakları işleyen irili ufaklı işletmeler var ki tahribatın kaynağı onlar.

Canlarını bu zararı azaltmak uğruna kaybetmiş Büyüknohutçu çiftinin anısı birçoğumuzun aklından çıkmayacak. Huzurla uyusunlar.

ds’nin mikrokozmosu

Posted in peyzaj, peyzaj mimarlığı, sergi by enip on 02 Ağu 2016

Bu yazı Mimarlık Dergisi 2016 Mart sayısında yayınlanmıştır.

 

‘Peyzaj mimarı bir mikrokozmosun tasarımcısıdır.’

Deniz Aslan’dan bu cümleyi duyduğum, peyzajla tanıştığım öğrencilik yıllarımı net hatırlıyorum. Büyük bir kafa karışıklığı; kozmos nedir, mikrosu nedir, tasarım nedir, dahası peyzaj nedir!? Bugün anlayabildiğim kadarıyla kafa karışıklığı işin olmazsa olmazıymış. Bir birinden kopuk ipuçları vererek bir yere çekerdi öğrenciyi Deniz Aslan. En sonunda her birimiz bu karışıklığı farklı açılardan çözmeye çalışırken bulurduk kendimizi.

Aynı cümleyi peyzajla ilgili bir miktar fikrimin olduğu bugün duyduğumda ise, mesajı almak için bahçenin, peyzajın felsefesine vakıf olmanın ve meseleye başka bir pencereden bakabilecek derinlikte olmanın gerektiğini düşünürüm. Öteki türlü mikrokozmosun, çok katmanlı yaşam ortamının ne olabileceğini, boyutlarını ve değişkenliğini, çeşitliliğini, düzensiz düzenini görebilmenin ve tasarımda gösterebilmenin olanaklı olmadığını düşünürüm. Sergiyi gezip, kitabı detaylı biçimde incelemenin ardından, Deniz Aslan’ın mikrokozmosdan kastının yalnızca bir meslek insanı olarak peyzaj mimarının tasarım misyonu olmadığını, aynı zamanda kendi mimarlıklarında hayalini kurup, hayata geçirmeye çabaladığı, çoğu zaman da bunu gerçekleştirdiği kurguları olduğunu görüyorum.

Refleks olarak konuya peyzajdan yaklaşma eğilimime rağmen, Mikrokozmos Öncesinden Bugüne DS Mimarlık’ın 30 Yılı Sergisi’ni bir peyzaj mimarlığı sergisi olarak tanımlamanın yetersiz kalacağını biliyorum. Bu çok kişisel hikayeleri içeren üretim seçkisine, bir ‘DS sergisi’ demek daha doğru olur. Pelin Derviş’in editörlüğünü üstlendiği kitabın alt başlığının isabetli tarifi gibi DS, ‘atipik’ bir mimarlık pratiği. İçine peyzajı, mimarlığı ve belgelemeyi katarak, araştırma ve eğitimle bezenmiş ve doğrusu bugün Türkiye’de bir tür ekol yaratmış olan Deniz Aslan ve Sevim Aslan’ın kişisel yaratımı DS. Ve gerçekten de atipik! Sergi içinse bu birikimin, 30 yıla sığan onca karşılaşmanın, hikayenin, deneyimin incelikle süzülmüş bir ürünü demek yanlış olmaz.

Öncesinden Bugüne DS Mimarlık’ın 30 Yılı Sergisi’ne Bakış

Studio X’e girer girmez, DS’ye ait içeriğin yer aldığı ‘sergi peyzajı’ izleyiciyi kendi rotasına davet ediyor. İç mekanda dış mekan algısı yaratan sergi düzeni, ağaç kabukları ve kozalaklara basarak yakınlaşılan içerik ile zenginleşiyor. Sergi, bu sayede materyalleriyle duyusal olarak da temas kuran ziyaretçiyi kavrıyor ve DS’nin hikayesinin içine ister istemez giriyorsunuz.

Girişte Deniz Aslan’ın kariyerinde önemli bir yere sahip olan Cemil Topuzlu Parkı projesinin çizimleri dikkat çekiyor. Sergide ve kitapta, ismi geçen pek çok değerli kişi arasında Günel Akdoğan’ın önemli rolü hissettirilmiş. Deniz Aslan ve Günel Akdoğan’ın hem akademik hem de profesyonel ilişkilerinin DS’nin yapı taşlarına nüfuz ettiği oldukça belirgin. Cemiz Topuzlu Parkı’nın ardından DS’nin kapıları peyzaj mimarlığına açılıyor ve önemli bir peyzaj literatürüyle karşılaşıyoruz. Günel Akdoğan’ın yönetiminde 70lerde hazırlanmış olan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi yayınlarından bir dizi peyzaj mimarlığı dergisini görüyoruz. İçeriği hala peyzaj mimarlığı tartışmaları açısından güncel sayılabilecek, çok değerli bir arşiv.

Ardından infografiklerle ofisin geçmişine, projeler, içerikleri, işverenleri ile kısa bir bakış sunuluyor. Deniz ve Sevim Aslan’ın kendi ifadeleriyle anlatıları, DS okulundan yolu geçmiş, bugün kendi kariyerlerinde önemli noktalara gelmiş genç isimler, eskizler, pratiğin o kapılması çok kolay girdabına rağmen eğitim ile hiç kopmamış hep yakın kalmış bir ilişki, Sevim Aslan’ın belgeleme pratiği, farklı halleriyle serginin bölümlerini oluşturuyor. Dolu dolu ama kısa bir yandan da.

Serginin bu DS’ye özgü kişiselleştirilmiş hali yalnızca Pattu’nun kürasyon ve sergi tasarımı deneyimine dayanan heyecan verici çözümlerinden değil, aynı zamanda DS’yi kendi kimliğiyle iyi biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Işıl Ünal ve Cem Kozar, hem sergide hem de kitapta, her bir projenin dikkatlice oluşturulmuş künyelerinde, dolayısıyla geçmişinde yer almış mimarlar listesinden, DS’yi yakinen tanıyan isimler.

Mimarlığın Atipik Hali

Kitap, sergiyi taşıyan yapay peyzajın son kısmında ‘Peyzaj / Son Dönem’ bölümünde ziyaretçiye sunulmuş. DS’nin yakın geçmişte imza attığı, uygulanmış ve uygulanmamış işleri de bu bölümde yer alıyor. 30 yıllık birikimin geldiği noktayı ve geleceğine dair ipuçlarını bu bölümde okuyoruz. Sergi ile DS dünyasının uzun geçmişine kısaca göz atıp bugününe ulaşıyor, ardından kitap ile Deniz Aslan ile Sevim Aslan’ın kişisel hikayelerine derinlemesine giriyoruz. Peyzajı mimarlığa, mimarlığı peyzaja katarak ve aynı zamanda belgeleyerek Türkiye’de örneği olmayan bir tür pratiğin nasıl oluştuğunu; malzeme, uygulama ve yöntem bilgisini sürekli bir çoğaltma çabası ile deney yapmaktan vazgeçmemiş bir tavrın nasıl evrildiğini okuyoruz.

Editör olarak Pelin Derviş’in kitabın başında görünüp sonra sorularıyla metin aralarına saklanmasının kitabın akıcı dilinde, sürükleyiciliğinde payı büyük. Yazının başında sergi için bulunduğum ‘Bu bir peyzaj sergisi değil!’ serzenişi, kitap için de geçerli olsa da hem serginin hem de kitabın peyzaj mimarlığının yakın geçmişine ve eğitimine şimdiye dek Türkiye’de örneği görülmemiş bir kaynak oluşturduğunu belirtmeliyim. Biraz daha ileri gidebilir, bu retrospektifin esasında Türkiye’de peyzaj mimarlığının tarihinin büyük bir kısmına şahit olduğunu söyleyebilirim. Son sözde, sergi ve kitabın yalnızca peyzaj mimarlığının çorak entelektüel ortamı için bir kazanım değil, çoğu zaman farklı gördüğü konularla ilişki kurarken zorlanan tipik mimarlık ortamı için de çok kıymetli bir kaynak teşkil ettiğini not düşmeliyim.

PEYZAJIN HALLERİ üzerine denemeler v.2 Beton

Posted in Kategorilenmemiş, peyzaj by enip on 20 Nis 2015

PEYZAJ

Tıpkı ismin halleri gibi peyzajın halleri de aynı köke takılan ve çıkarılan ekler sayesinde kurulan yeni ilişkileri ifade etmek için kullandığım bir betimlemedir. Peyzajı çok çeştli halleriyle; büründüğü şekiller, yaşadığı dönüşümler, kırılmalar ve birleşmeler olmadan hakkını vererek anlamanın mümkün olmadığı gibi, bitimsiz bir dönüşüm halini kavramanın da kolay olmadığını kabul ediyorum. Bu halleri bir ilişkiler zinciri olarak hayal edersek ve bunlardan biri de beton olursa aklım beni nerelere götürür diye merak ettim. Peyzajı betonla düşünürken zihnimde canlanan anıları, fikirleri ve projeleri bıraktım bilinç akışına ve metine.

imaj1

         

Peyzajı ilk nerede duyduğumu hatırlamıyorum. Muhtemelen üniversite sınavına hazırlanırken! Fakat gözümün önüne gelen ilk imaj bulanık bir görüntüden başka bir şey değil. Belki çok sık seyahet eden bir aileyle yapılmış, çocukluk anılarımın büyük bölümünü kaplayan uzun araba yolculukları ve arka koltuğun konforudur bunun sebebi. Ve tam da bu pozisyonun ön tarafta perspektifin içinde kayarak ilerliyormuş hissinden farklı olarak hızı çok daha fazla hissettiren, bu sebeple görüntüyü ardışık imajlara indirgemesidir. Kim bilir!

KARŞILAŞMA

Bu uzun yolculukların en çekilmez tarafı babamın her defasında sormaktan geri durmadığı; çözmem gereken benzin problemleri: Bir depoyla kaç km gidebiliriz? Hız-mesafe-litre denklemleri. İstisnasız her yolculukta bir hesaplama yapmak zorundaydım. Malesef sorular giderek zorlaştı. İşte bu problemlerle boğuşurken hep tüneller, köprüler, viyadükler gözüme çarpardı, nedense binalar değil hiç. Altyapı projelerine duyduğum (infrastructure) ilginin bu sorulardan kaytarmak amacında olmamla ilişki kurması muhtemel ya da salt o büyüklüklere duyduğum muazzam bir heyecana endeksli olması da öyle. Bozkırlarla, dağlarla, tarlalarla, ormanlarla içiçe geçen viyadükler ve köprüler. Çocukluğumun mühendislik mucizeleri.

Sanırım betonla ilk karşılaşmam bu vesiliyle oldu. Arka koltuğun kadrajından tanıdığım kırsal peyzaj içerisinde kolaylıkla göze çarpan bu büyük altyapı nesnelerinin ortaya koyduğu kontrast peyzaj ve beton ilişkisinin zihnimdeki ilk tezahürü oldu. Peyzaj yumuşak ve değişkendi çünkü yaprakların renkleri değişiyordu, beton katıydı ve değişmezdi çünkü insanların ulaşımı için viyadükler yıkılmamalıydı. Ve sonra tekrar benzin problemleri.

imaj2

TANIŞMA

18 yaşımda, artık peyzaj mimarlığı okuyacağımı öğrendiğim yılı Japonya’da Japon dili ve kültürü eğitimi alarak geçirdim. Bu esnada Japon bahçelerini yerinde inceleme, felsefesini içinde yaşama gibi büyüleyici bir deneyimim oldu. İnsan ve doğa arasında kurulan ilişkinin ne denli zarif ve sade olabileceğini, doğaya saygının insana, insana saygının yaşama ve yaşama saygının tekrar doğaya nasıl geri döndüğüne burada tanık oldum. Japonca’da yerleşik bir peyzaj kavramı yok

. Ve fakat doğanın ve bahçenin dilde ve kültürde sahip olduğu anlamlar o kadar zengin ki peyzaj bu iki kavramın arasına tutunmuş duruyor. Japonya’da bahçeler dendiğinde aklımıza ne geliyor? Hemen hemen karşılaştığım herkeste Uzakdoğu bahçelerine karşılıksız bir övgü ve hayranlık besleme durumunu gözlüyorum. Japon bahçesinin yüceltilmesinin temel sebeplerinden birinin bozulmamış, değişmemiş, tarihten dondurularak bugüne ulaşmış olduğuna dair inanç olduğu bu gözlemlerinden çıkardığım sonuç oldu. Halbuki Japon bahçesi de 20. yüzyılda büyük bir sorgulamadan geçmiş, Japonya’nın geçirdiği kültürel değişimlerden bir hayli etkilenmiş, dönemin bahçe tasarımcılarının sorgulamalarına maruz kalmış ve farklı hallere bürünmüştür. Ancak bu dönüşüm bugün dahi görünürde fazla anlaşılmaz. İncelikle detaylarda gerçekleştiğinden dolayı dışardan bakan bizlere kolaylıkla kendini göstermez. Bu kendi içinde çok güçlü fakat dışardan bakıldığında narin kalan Japon bahçesinin modernleşmesinin önünü açan önemli isimler var ki aralarında 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında verdiği eserlerle bahçe tasarımına yeni bir soluk katan Mirei Shigemori’nin yeri başkadır. Bahçe tarihçisi ve tasarımcısı Shigemori Japon bahçesi’ne hayran olduğu Batılı ressamlardan çizgiler, dokular ekler. Aynı zamanda yeni malzemeleri denemekten çekinmez. Beton bunlardan biridir. Shigemori’nin işlerine bakıldığında görülebilen onlarca katman arasında beton, çizgiler, izler, bazen temsiller olarak karşımıza çıkar. Bu karşılaşmalarda gelenekten geleni ve yeniyi (20. yüzyılın başı) görmek mümkündür.

imaj3

ALIŞMA

Nasıl Shigemori Japon bahçesi için yeni bir soluk olmuşsa, bahçe tarihine baktığımızda doğayla ilişkisini hep bilinçli bir mesafe ile tanımlamış olan her kültürde kendine özgü yorumlamalar ve bunları ortaya koyan usta isimler karşımıza çıkar. Uluslarası peyzaj mimarlığı platformunda çokça bilinmeyen fakat kısa ömründe hayata geçirdiği projeler aracılığıyla kendi ülkesi olan İsviçre’de peyzaj mimarlığının mihenk taşı olmuş Dieter Kienast bunlardan biridir. Kienast, 20. yüzyılın ortasında İsviçre’de doğmuş, bahçevanlığın üzerine peyzaj mimarlığı okuyarak bitki sosyolojisi üzerinde uzmanlaşmış ve sonrasında bahçevanlığın üzerine eklediği akademik kariyerini pratikle içiçe sürdürürken genç yaşta hayata gözlerini yummuş bir isim. Bahçe tasarlamak hikayeler deneyimlemek anlamına gelir. Hikayelerin bir sonu olabilir fakat bahçeler asla tamamlanamazlar’“ cümlesiyle Kienast bahçeye ve mekan tasarımına bakışını ortaya koyar. Ona göre bahçe hiç bitmeyen bir hikayedir. Malzemeleri bu bitimsiz hikayenin oyuncuları olarak görür ve beton, bitkibilimin tüm inceliklerine vakıf olan bu usta bahçevanın yönetmeliğinde hep başroldedir. İsviçre’de bugün peyzaj mimarları Kienast’ın açtığı yoldan, malzemeyle, düşünceyle, doğayla, bitkiyle kurulan harmonik ilişkilerin izlerini takip ederek ilerliyor.

imaj4_b

İsviçre demişken, peyzaj mimarlığına Dieter Kienast ve Christian Vogt gibi uluslarası arenada çok tanınmasa da literatüre geçmiş çok değerli isimler vermişken mimarlığı ve kazandırdığı isimleri elbette ki yadsınamaz. Coğrafyasının çetinliği (yüce Alpler) ve buna bağlı olarak yaşam koşullarının sertliği sebebiyle doğayla ilişkisi romantik olmaktan bir hayli uzak olan bu kültürün mimarlığa kazandırdığı isimleri bilmiyor olabilir miyiz? Le Corbuiser, Peter Zumthor, Bernard Tschumi mi aklımıza geliyor ilk olarak? Peki ya betonla kurdukları ilişki? Corbusier’in netliği, Zumthor’un gizemi ve Tschumi’nin dekonstrüktivizmini yanyana koyduğumda hep o Alpler’in insanın içine işleyen sertliğini, kendine çekerken ürküten o çekiciliğini ve aynı zamanda tamamiyle çıplak ve kendi gibi olma durumunu görüyorum. Bu gerçekten de fazlasıyla kişisel bir okuma. Fakat Zumthor’un binalarında da beton kendini öyle hissettirmez mi?

Örneğin peyzajın içinden tam bir cüretkarlıkla yükselen Bruder Klaus Field Şapeli bu durumun bir tezahürüdür. Almanya’nın yerli çiftçileri tarafından inşasına başlanan şapelin strüktürü ağaç gövdeleri ile oluşturulup, üzerlerine beton dökülerek hazırlanmış. Sonuç iç mekanda ışık ve akustikle büyüleyici bir etki, dış mekanda peyzajdan gücünü alarak yükseldiğini okutan bir mabettir.

imaj6Şimdi en başa dönüyorum. betonla ilk karşılaşmamdan bugüne geldiğimde, birikmiş anıların yer yer peyzajla kaplandığını ve belli belirsiz çizgilerin oluştuğunu görüyorum.

KAYNAKLAR

Karaçizmeli Enise Burcu, Gelenekselden Küresele Bahçe Tasarımı, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 2011.

Kienast Dieter, Kienast, Basel 2004.

Tschumi Christian, Mirei Shigemori, Rebel of the Garden, Basel 2007.

Zumthor Peter, Thinking Architecture, Basel 2010.

FOTOĞRAF VE AÇIKLAMALAR

İmaj 1: Bulanık Peyzaj, Yer: Belgrad Ormanları, Fotoğraf: Enise Burcu Derinboğaz

İmaj 2: Köprü, Yer: İsviçre Reuss Vadisi, Fotoğraf: Enise Burcu Derinboğaz

İmaj 3: Mirei Shigemori, Ryogi-an The Garden of Dragon, Fotoğraf kaynak: http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Shigemori-Ryoginan.jpg

İmaj 4: Dieter Kienast’ın İsviçre Chur kentinde Fürstenwald Cemetery projesinden bir görüntü, Fotoğraf: Christian Vogt, kaynak: http://www.vogt-la.com/en/project/f%C3%BCrstenwald-cemetery

İmaj 5: İsviçre Graubünden’den Alpler manzarası, Fotoğraf: Enise Burcu Derinboğaz

İmaj 6: Peter Zumthor’un Almanya’daki Bruder Klaus Şapeli, Fotoğraf: Laura Bown. Kaynak: http://laurabown.prosite.com/44828/583194/photography/international-architecture

İmaj 7: İsviçre Altdorf’da bir duvar, Fotoğraf: Enise Burcu Derinboğaz

yazmak ve peyzaj

Posted in peyzaj, yazı by enip on 13 Ara 2014

2014’te yazılanlar

2014’ün son günlerindeyiz ve Kozmofol açısından çok hareketli bir yılı geride bıraktığımızı söyleyemiyorum. Fakat geçtiğimiz sene, bloga yansımasa da araştırma ve yazı anlamında dolu dolu geçti. İlk aylarda Venedik Mimarlık Bienali’nde Alper Derinboğaz’ın çalışması için yaptığımız araştırmalar ve okumalar Gelişigüzelin Metotları olarak son halini aldı ve bu dönemde topografya üzerine önemli fikirler geliştirmemize olanak tanıdı. Çok okuduğumuz ve tartışarak düşündüğümüz bir süreç oldu.

İkinci yarısında Alman mimarlık ve peyzaj dergisi Anah için bir video essay hazırladım. Hareketli görsellerle metni iç içe geçirme fırsatım ilk defa bu deneysel iş sayesinde gerçekleşti. Farklı bir sonuç ortaya çıktığını düşünüyorum. Bunun için eş zamanlı olarak video ve metin hazırlıklarını tamamladım, daha sonra kurgu aşaması ve metinle bütünleşen bir strüktür hazırlama safhasına geçtim. Temel olarak daha önceki araştırmalarımın esas konusu olan ‘peyzajın halleri‘ne odaklandım. Hem editörler hem de benim için heyecan verici bir çalışma oldu.

Neden yazıyorum

Bunun dışında yaptığım projeler için hazırlanmış metinler var. Kullanılmış olanların yanında yüzlerce kullanılmamış deneme öyle duruyor. Karala, sil-yaz-sil yeniden yaz, düzelt-sil, yaz, sonlandır-sil, düzelt- sonlandır, sil, sonlandır-sonlandır, düzelt-sonlandır. Sil-sonlandır. Bu metinlerin hazırlık sürecinin ritminden bir kesit. Son halini alana dek yorulmadan usanmadan bir inceltme süreci. Benim için metinle çizgilerin harmonisi tasarım sürecinin kendisi. Kelimelerden bağımsız çizim yapabilmenin imkanı yok. Birkaç yıl önce sadece yazarak üretebildiğimi fark ettiğimde bunda bir sorun olduğunu ve iyi bir tasarımcı olamayacağımı düşündüm. ‘İyi bir tasarımcı çizerek düşünür‘ diye bir kod var zihnimde. Kesinlikle doğru, ama tek doğru olmayabilir diye düşünüyorum artık. Kendi üretim evrelerime biraz daha yakından baktığımda eskiz yapmadan önce bitmemiş cümlelerden ve kopuk betimlemelerden oluşan notlar çıkıyor ortaya. Bu esnada ne kadar zorlasam da cümleleri tamamlayamıyorum, aradaki ilişkileri kuramıyorum. Bilinç akışı tekniğiyle kelimeleri bırakıyorum kendi haline. Sonra cümleler oluşuyor, sonra paragraflar. Paragrafların yerleri değişiyor, araya bu sefer çizgiler giriyor. Çizgiler eskizlere, soyut eskizlere, onlar da kesit ve plan taslaklarına dönüşüyor. Strüktür böyle oluşuyor ancak ikna ediciliğini hep metin üzerinden test ediyorum.

Bu akışı deşifre ettiğimden beri sessiz kalarak kendimin ve başkalarının tasarım süreçlerini gözlemliyorum. Gerçekten herkese özgü bir düşünce sistemi olduğunu, herkesin farklı aktivasyon eğrileri çizdiğini ve çok başka hareket noktaları olduğunu fark ediyorum. Farklı insanlarla çalıştıkça bu daha fazla heyecan verici bir hale bürünüyor. Her defasında kendiminkini o çok başka süreçlere uydurmam gerekiyor. Benim kendi üretim sürecimde ise istisnasız her seferinde aynı şey oluyor. Herkes eğitim hayatı boyunca edindiklerini kişisel eğilimleri ve ilgileriyle bütünleştiriyor. Buna kendini konumlandırmak istediği yer, örnek aldığı isimler, kariyeri boyunca karşısına çıkan işlerin niteliği de ekleniyor muhtemelen ama esas olan eğitim ve kişisel yatkınlıklar diye düşünüyorum. Benim yazıyla ilişkim kendimi bildim bileli hayatımda etkin bir rol oynadı. Bu noktada itiraf etmeliyim ki hep bir yazar olmak istedim, lisans yıllarında bile okulu bitirip yazacaklarımı düşünüyordum. Okulu da bu yüzden bitirdim. Sonuçta ilgilendiğim konular evrildi ve bir peyzaj mimarı oldum.

Peyzajla yazmak 

Tasarlarken metni herşeyin önüne koymamın sebebi de bu ulaşılamamış hedef diye düşünüyorum artık. Yazar olamayacağımı anladığım noktada peyzajla yazıyı birbirine karıştırmaya karar verdim. Akademik makalelerle değil, gerçek, sıradan; peyzaj gibi hareketli ama değişken en önemlisi akışkan ve sürekli, bir ritmi olan, renk değiştiren, şaşırtan, büyüleyen, bazen ürküten metinler hayal ettim. Hala ediyorum. Benim için peyzaj hep vurguladığım gibi romantik bir kavram değil, hayatın kendisinin bir kesiti. Yazıyı da böyle görüyorum. Fakat strüktürü peyzaja göre daha tanımlı, başlangıç ve bitişi olan, her okunduğunda farklı anlamlar çıkartabilen, görünmeyen bir matematiği olan ve yazıldığında orda kalan bir kurgu.

Bir metin oluşturulacağı zaman

Bir makale ya da kimsenin okumayacağını bildiğim bir proje metni hazırlarken bu kurgu son halini alana dek yüzlerce defa inceltiliyor. Virgülünden noktasına, kelimelerin yerlerine uzanan bir anlam inşa süreci. Bazen harflerin arasında kaybolduğumu düşünüyorum ve bir uygulama çizimi gibi görünüyor gözüme. Neyseki blog postları böyle değil. Geriye dönüp baktığımda gördüğüm hataları düzeltmemeyi kendime salık verdim. Blogun olması gerektiği hal bu gibi geliyor. Bu işi fazlasıyla ciddiye alıyor olsam da her bir yazının makale olmadığının bilincinde kalınması ve kolay üretilmesi/tüketilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde sürekliliğinin sağlanması, hem okuyucunun hem yazarın üzerinde büyük bir yük oluşturması söz konusu olabilir.

Öyle ya da böyle artık eminim ki yazmak iyileştirir. Peyzaj da öyle.

devinimli peyzajlar

Posted in atölye, peyzaj, video by enip on 11 Şub 2014

DEVİNİMLİ PEYZAJLAR / LANDSCAPE IN MOTION

Atölye Çalışması / Video ile peyzaj denemeleri
Tarih: 22 Şubat – 1 Mart 2014
Yer: Taşkışla 214

ITU öğrencilerine açık olan atölye çalışmasında video ve peyzaj üzerine kısa süreli çalışmalar yapılacak, hareketli imajlar üzerinden peyzajın temsili üzerine düşünülecek. Başvurular kozmofol@gmail.com a mail gönderilerek yapılabilir.

devinimlipeyzajlarposter4

İBB peyzaj

Posted in kamusal alan, kentsel tasarım by enip on 30 Oca 2014

fotoğraf 3

kamusal olan tasarlanır mı?

Posted in kamusal alan, kentsel tasarım by enip on 20 Oca 2014

KENDİLİĞİNDEN KAMUSALLIK // BELEDİYE HEYKELCİLİĞİ

Konuşma dizisi
Tarih: 22-24 Ocak 2014
Yer:  Salt Beyoğlu

Bir mekanı kamusal yapan özellikler konusunda hemfikir miyiz? Tasarımın mekanı dönüştürme gücü nedir? Nasıl tasarlıyoruz? Dahası kamusal olan tasarlanır mı? Tüm bunları 22 Ocak Çarşmaba günü saat 15:00‘de Salt Beyoğlu’nda tartışıyor olacağız. Herkese açık.

taksimde_kaykay

peyzaj mimarlığında teknoloji IV

Posted in CNC, peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 03 Ara 2013

Maket mimarlıktaki gibi peyzaj mimarlığının da çalışma ve sunum yöntemleri arasında en önemli araçlarından biri. Hatta çalışma tekniği olarak tasarım sürecini tamamiyle yönlendirebilecek, kendi başına kararları test edebilecek güçte bir yöntem. Özellikle bir önceki yazıda bahsettiğim büyük ölçek alanlar söz konusu olduğunda zahmetli bir iş aynı zamanda. Eğimli arazilerde onlarca katmanı düzgün bir şekilde kesip üstüste getirerek oluşturulan topografya maketlerinde harcanan zamanın, emeğin yeri kayda değer. Temiz sonuç için gereken iş böyle meşakkatli olunca maket ofislerde çoğunlukla es geçilen, gerekiyorsa proje kağıt üzerinde çıktıktan sonra dışardan alınan bir hizmet olmaktan öteye gitmiyor. Hal böyleyken ancak zorunlu kalınırsa başvurulan, bedeli göze gelen bir yöntem olarak peyzaj tasarımında arka plana atılıyor.

Modellemede olduğu gibi maket konusunda da yeni araçlar peyzaj mimarlığının pratiğinde yer edinmeye başladı. 3 boyutlu üretim teknikleri arasında en bilinenleri laser cutter, 3D printer, CNCler peyzaj mimarlığı için yeni olsa da uzun zamandır pek çok alanda kullanılan araçlar. Bunlardan peyzaj ölçeğine en uygun olduğunu düşündüğüm CNC ile ilgili biraz fikir cimnastiği yapalım.

CNC yani Computer Numerical Control, sayısal bir işleme yöntemi. Torna tezgahlarında, mekanik işlemleri yöneten G ve M kodlarla yönetiliyor. Bu kodlar bilgisayarda geliştirilen 3 boyutlu modellerin CAD/CAM ile işlenerek sayısallaştırılmasından oluşuyor. İşleme esnasında tornada kullanılacak başlıkların çapı, işlem hızı, açısı, koordinatları, derinliği gibi bilgileri içeriyor. Model hazırlandıktan sonra CNC kullanılarak hazırlanacak maket için bu kodların hazırlanması ilk aşamada çok da kolay bir iş değil. Bu durumda işin maharet isteyen kısmı devreye giriyor. Tercihe göre belirli katmanlardan oluşan işlem esnasında değişiklikler yapılması veya farklı malzemelerin kullanılması mümkün. Mesela daha kalın bir başlıkla işin kabası bitirilirken, daha küçük çaplı bir başlıkla ince detaylar, ondan da incesiyle son bitişlerin yapılması buna bir örnek olabilir. Bu kodların oluşturulması tıpkı maketteki gibi özen ve dikkat istiyor. İşleme esnasında müdahalenin eldeki kadar kolay olmaması bütün detayları önceden düşünmeyi gerektiriyor.

CNC’nin işleyişi kavrandığı takdirde yapabileceklerin sonunun olmadığı ve el işi maketin tersine malzeme skalasının çok geniş olduğu, dahası proje sürecini etkin kıldığı gibi çıkarımlar benim yalnızca kendi deneyimimden kazandıklarım. Yaygınlaştıkça daha makul fiyatlara servis sağlanacağı düşünülürse bu işin geleceğinde yer etmesi uzak görünmüyor. Benim geçen sene yaptığım ilk çalışmanın üretim esnasında yaşattığı sorunlar, tezgahın ve malzemenin kullanımı, CAM ayarları ve biraz da kusurlu sonucunu anlatan video aşağıda ve görseller yukarıda görülebilir. Malzeme olarak sert strafor, renklendirilmiş alçı kullandığımı da not düşeyim.

Bu yazı dizisinin devamı aşağıdaki linklerde:

Peyzajı Parametrelerle Tasarlamak: Grasshopper

Peyzajı Lazerle Taramak: LIDAR teknolojileri

Peyzaj Mimarlığında Teknoloji

 

 

peyzaj mimarlığında teknoloji III

Posted in grasshopper, peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 29 Kas 2013

Peyzaj mimarlığının çalışma ölçeği giderek genişliyor. Hasar görmüş endüstriyel alanların rehabilitasyonundan sel yönetimi için stratejik kararlara dek pek çok alanda peyzaj mimarlığının planlama, doğal sistemler ve kentsel tasarım arasında gidip gelen bilgi birikimine ihtiyaç var. Küçük ölçek alanlardan farklı olarak büyük ölçek projeler aynı anda yönetmesi zor pek çok katmanı ve bu katmanların karmaşıklığını barındırıyor. Çoğu zaman bu karmaşıklığı ayrıştırmak bile tasarım süreçlerinin en büyük meselesi oluyor.

Ölçekler bu denli büyüdüğünde bilindik araçlar (özellikle de yalnızca 2 boyutlu çizime olanak tanıyanlar) çözüm üretme konusunda yetersiz kalıyor. Örneğin en çok kullanılan Autocad, Archicad tarzı vektörel programlarla yeni topografyaları ve bunların olası sonuçlarını test etmek ve bu testlere dayanarak mekan çözümlemelerini yeniden gözden geçirmek mümkün değil. 3 boyutlu modelleme yaparak iyi görselleştirmelerle müşteri ve ilişkili yapılar kolaylıkla ikna edilebiliyor olsa da bu görüntülerin güvenilirliği, prezisyonu konusunda konuşmak güç. Kaldı ki resim gibi kalan çizimler yüzünden uygulama esnasında yaşanan sürprizler mimarın başına bela. Bu açıdan teste dayalı bir tasarım sürecinin pek çok katkısı söz konusu. Deneme yanılma yönteminin verdiği esneklikle test sonuçlarına göre projenin güncellenmesi ve yeni yaklaşımların oluşturulması için çizimlerin uyarlanması bu programlarla oldukça fazla zaman kaybına yol açıyor.

PEYZAJDA PARAMETRELERLE ÇALIŞMAK

Bu sebeple proje karar aşamasında parametrelerin belirlenmesi ve çeşitli varyasyonlarının en iyi sonuça ulaşana dek test edilmesi tasarım sürecini çok daha etkin kılarken, çeşitlemeler arasındaki karşılaştırmalar sayesinde en güvenilir çözümü ortaya çıkarmak kolaylaşıyor. Bunun için parametreleri bir arada işleyebilecek ve birbiriyle ilişkilendirebilecek pek çok yöntem var. Benim deneyimli olduğum Grasshopper bunlardan biri, bu sebeple bu yazıda Grasshopper’la yapılabileceklere kendi projem üzerinden bir bakış sunuyorum.

Grasshopper ücretsiz bir Rhino eklentisi, yani Rhino’nun içinde çalışıyor. Arayüzü script yazımına göre çok daha kolay ve anlaşılır olmasına rağmen, geliştirilen fikirlerin teste tabi tutulması için gereken pratikliği kazanmak zaman alıyor. Normal çizimden farklı olarak Grasshopper’da, ya da öteki scriptlerde çizimi vektör vektör yazılı olarak tarif etmek ve birbirlerine bağlamak gerekiyor. Bu açıdan konvansiyenel çizim yöntemlerinden tamamen ayrılıyor. Farklı bir üretim sistemi olması bu mantıkla çalışan ve parametre esaslı tasarım yapmaya olanak tanıyan öteki araçları da rahatlıkla kavrayabilme fırsatı tanıyor.

Benim projeme dönecek olursak en büyük tehdidin sel baskını olduğu İsviçre’deki Reuss Vadisi için hazırladığım öneri yeni bir topografya dilinden oluşuyor. Tamamen alanın kendisinden türetilmiş belirli parametrelere bağlı olarak oluşturulan topografya modeli nin kodu 3 ayrı katmandan oluşuyor. Proje çok detaylı olduğu için her kısmına burda yer vermek mümkün değil ancak bu katmanların nasıl işlediğine dair videolar aşağıda izlenebilir.

İlk olarak harita ve model üzerinde belirlenen kararların ardından yeni topografyanın bu kurallarla nasıl oluşabileceği ile ilgili metrik bölüm.

İkinci olarak bu yeni topografyanın arasında yaratılan drenaj kanalları sayesinde suyun nasıl drene edileceği; yükselen su seviyesine nasıl tepki vereceğini, farklı varyasyonlarda nerelerin sel altında kalıp, nerelerin kurtarılabileceğini gösteren kısım.

Son olarak da mülkiyet sınırlarını takip ederek belirli kısımlarda yükseltilip alçaltılan yeni topografyanın hacim hesaplamaları. Bu hesaplamalarda dengenin gözetilmesi için eksi ve artı olarak değerlerin birbirine bağlanması.

Bu kodlar tamamen bu projeye özgü olarak hazırlanmış, dolayısıyla bu alanın koşullarına yanıt vermeyi amaçlayan, projenin son ürününden çok temel kararları aşamasında devreye girmesi için oluşturulmuş parametrik araçlar. Özellikle büyük ölçek alanlarda bu işlemlerin çok büyük fayda sağladığını, sağlayacağını düşünüyorum. Bu açıdan peyzaj mimarları kompleks alanlarda doğru çözümler üretmek için kompleks araçları çalışma yöntemlerine dahil etmeyi denemeliler.

peyzaj mimarlığında teknoloji II

Posted in peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 30 Eki 2013

Peyzaj mimarlığında teknikten söz ederken yalnızca detayların mimarileştiği, strüktürlerin en ince ayrıntısına kadar çözülebildiği bir bilgi havuzunun gerekliliğinden söz etmiyorum. Bugünün peyzaj mimarlığının bu koşulları yaratmadan var olması mümkün olmamakla beraber aksi haline peyzaj mimarlığı demeyi de doğru bulmuyorum. Bazen peyzaj düzenlemesi, çevre düzenlemesi gibi tanımlar bu tür çalışmalara daha uygun isimler oluyor.

Peyzaj mimarlığının ilgilendiği konulara bakalım. Öncelikle akla bitkibilim diğer adıyla botanik geliyor. Bitkibilim adı üstünde bir bilim dolayısıyla büyüyen bir arşiv; bugün kendi altında histoloji, morfoloji, ekoloji, sosyoloji gibi başlıkları olan ve ziraat, biyoloji gibi dallara da dokunan bir araştırma alanı. Peyzaj mimarlığı açısından büyük önem taşıyan ancak her projede öncelikli olmayan bir boyut çünkü ne tarihte ilk örneklerini gördüğümüz haliyle bahçe mimarlığının ne de bugünkü adıyla peyzaj mimarlığının projelendirme sürecinin önceliğini bitkiler oluşturmaz. Öncelik arazidir, topraktır, basılan zemindir, jeolojik karakterdir özetle bunların hepsini kapsayan topografyadır. Bunu özellikle bahçe tarihinde yerin dinamiğini kullanan, suyun akışına göre düzenlenen örneklerde görmek mümkün. Dolayısıyla bütün sistemi taşıyan topografyanın peyzaj mimarlığının temeli olduğunu söylemek yanlış olmaz.

TOPOGRAFYAYI HARİTALAMAK

İlk adım topografyaya yönelince bunun niteliğini anlamak sayısal bir altlığa ihtiyaç duyuyor. Eşyükselti eğrileri dolayısıyla eğim bu altlığı biçimlendiren temel veriler olarak ön plana çıkıyorlar. Alanın dinamiği topografyada, topografyanın sırrı eğimi anlamakta saklı duruyor. Eğim de ancak rakamlarla okunuyor ve yazılıyor. Bir alfabe kadar sistematiğe sahip bu tekniği anlamayan bir peyzaj mimarının işini hakkıyla yapmasına, kot çözmesine ve araziyi okuyup en uygun çözümü oturtmasına imkan yok.

Tam da bu noktada, yani topografyayı bize okutan altlıkların hazırlanması işi ve bu verilerin bize nasıl geldiğiyle bizim nasıl işlediğimiz devreye giriyor. Haritalama ve plankoteler alanın deşifre edilmesi için büyük önem taşıyor. Fakat ne yazık ki proje süreçlerinin başında harita mühendisleri tarafından hazırlanan planların temiz bir altlığa dönüştürülmesi işi adeta karın sancısı. Aynı plankoteden çıkan topografya modellerinin birbirini asla tutmaması da cabası. Bu noktada söz konusu altlığı oluşturan ve kullanan iki disiplinin daha farklı, pratik bir ilişki kurması gerekiyor.

38012_grotte

Yersel Lazer Tarama yöntemi ile dijital ortama geçirilmiş bir alandan görüntü

Jeodezi ve fotogrametri, bugün yeni adıyla Geomatik mühendisliği günümüzde farklı ölçüm teknikleri kullanmakta. Kullanılan teknolojiler arasında çok da yeni olmayan LIDAR (Light Detection and Ranging) peyzaj mimarlığı ve planlaması açısından öne çıkıyor. Bugün temel olarak havadan ve yersel olarak iki yönteme ayrılmış olan lazer teknolojisi, temelde etrafına yaydığı lazer ışınlarının geri dönüşleriyle nesne ya da yüzeylerin uzaklıklarını tespit etmeye yarıyor. Lazer ışınlarının gönderilmesi ve geri dönüşü arasındaki zaman farkı bu mesafelerin belirlenmesini sağlıyor. Kullanılan ekipmandan sağlanan ham veri de bir nokta bulutu, genel adıyla pointcloud datası oluyor. Elde edilen ve prezisyonu dolayısıyla da güvenilirliği çok yüksek olan pointcloud ın çok çeşitli şekillere dönüştürülmesi mümkün.

Tarama yöntemleri yalnızca arazi modellerinde değil, cephe röleveleri ve restorasyon, arkeolojik alanların belgelenmesi, madencilik gibi pek çok alanda kullanılıyor. Bu yöntem kullanılarak taranmış bir parkın videosu aşağıda izlenebilir.

 

seminer

Posted in seminer by enip on 23 Eki 2013

Yarın İTÜ’de ‘Peyzajın Halleri’ adlı bir seminer vereceğim. Sunumda ilgilendiğim alanlar ve yer aldığım projelerden bazı kesitler var. İlgilenen herkese açık. Taşkışla 109 nolu konferans salonunda 12:30’da.