kozmofol

düşünen tasarımlar için mecburi metinler

Posted in park, peyzaj mimarlığı, yarışma by enip on 11 Haz 2018

Yazmadan düşünmenin, düşünmeden tasarlamanın mümkün olmadığı bir (iç) dünyada yaşıyorum. Bu da her projenin tasarımı kadar özenilmiş metinlere insanı mecbur bırakıyor. Bunlardan biri de Park Nebula’nınkisi. Edebi değere sahip olduğunu söyleyemem ama tasarımdan önce metni yazılan, metnini okumadan kendisini anlamanın mümkün olmadığı bir projeyi katıldığı yarışmada ödüle layık kıldığını söyleyebilirim.

Ergene Havzası İçin Yeni Nesil Bir Park Modeli

Lüleburgaz’ın da bir parçası olduğu Ergene Havzası, sanayinin, kentleşmenin ve tarımın sebep olduğu çevre kirliliği sebebiyle büyük bir yaşam tehlikesiyle karşı karşıya. Trakya Bölgesi’ne yayılmış olan bu kirlilik tüm canlı topluluklarını ve de kentlerin yaşam koşullarını tehdit ediyor. Havzaya dağınık bir şekilde yayılmış olan sanayi tesislerinin atıkları Ergene Nehri’nin ekolojik varlığını yok ediyor.

Öte yandan stratejik amaçları, yaşanabilirlik, sürdürebilirlik, değer, inovasyon, etki ve iletişim olan Lüleburgaz için bu kirlilik gelecek vizyonunun en büyük tehdidi. Bu gerçekle yüzleşmek için hava, su ve toprak kirliliğine önce engel olmak, ardından iyileştirici çözümler üretmek gerekiyor. Ancak teknik çözümler kadar, kamu bilincinin de bu süreçte büyük bir payı var. Kent yönetimlerinin faaliyetleri kadar kentlilerin talepleri de kirlilikten arınmaya uzanan sürecin savunucusu olabilir.

Peyzaj ve rekreasyon alanlarının bugün bu talebi ve bilinci geliştirme konusunda bir hassasiyet üzerinde temellenmesi gerektiğine inanıyoruz. Tosbağa Dere için yeni nesil bir park modeli olan fikir projesi Park Nebula bu yaklaşımın sonucudur. Kentin sunduğu temel hizmetlerin bir tamamlayıcısı olmanın yanı sıra çevre kirliliğinin rehabilitasyonunda sorumluluk alan bu fikir, peyzajın onarıcı gücünden besleniyor. Dahası Ergene Havzası’na yayılabilecek, tasarım, teknoloji, rekreasyon ve tarımı kapsayan bir yöntem öneriyor. Nebula peyzajının yarattığı rehabilitasyon yöntemi havzanın bütünü ve nehrin diğer kollar için örnek bir model oluşturuyor.

Onarıcı Bir Peyzaj Örneği Olarak Park Nebula

Tosbağa Dere Ergene Nehri’nin bir uzantısı olarak havzanın geniş su ağının bir parçası. Kuzeyindeki sanayi bölgesi ve Ergene Nehri arasında bir ‘filtre’ gibi çalışan kanalın eski hali olan Tosbağa Dere’nin doğal izi, Park Nebula’nın onarıcı peyzaj modelinin çıkış noktasını oluşturur. Korunan kanal kesitini içine alan derenin eski izi, parka hayat veren yeni omurgayı, yani Nebula’yı oluşturuyor. Önerilen program ve rekreasyon alanları da Nebula’nın içinde veya çevresinde yer alır.

Nebula (Bulutsu) yıldızlar arası boşluklarda, yaydıkları ışık enerjisi ile görünür hale gelen yoğun gaz ve toz bulutlarıdır. Yıldızlar ömürlerini tamamlamadan önce uzaya saldıkları gazlar yakınlaşırken yeni minik yıldızlar oluşturur. Her yıldız gibi bu minik yıldızlar da büyür ve gaz püskürmesi yaparlar. Tüm bu gaz ve yıldızlardan nebula oluşur. Derenin kaybolan eski izi, ömrünü tamamlamış bir yıldızı andırır. Bu anlamda Nebula, bu yeni onarıcı peyzajın dokunduğu ve bütünleştirdiği programların bir metaforudur. Etkileşime açık bir kamusal alan olarak modern parkın mekan hiyerarşisinden ve kapsamından uzaktır. Amacı peyzajın onarıcı ve üretken hallerini kentliyle doğrudan buluşturmak, teknolojiyi bu buluşmanın farklı formüllerini yaratmak amacıyla kullanmaktır.

Nebulalar, parlak ve yıldızlı gecelerde gökyüzünde ışık lekelerini ve toz zerrelerini andıran bir görüntü ortaya çıkarırlar. Park Nebula’nın ‘onarıcı’ peyzajını çevreleyen ışığı da bu görüntüyü andırır. Bu ışık yerleştirmesi rengini toprak, hava ve suyun kirlilik değerlerinden alır. Böylece Lüleburgazlılar Park Nebula’nın akşam yaydığı ışıktan çevre kirliliği değerlerini yorumlayabilir ve önemini hatırlayabilir.

Park Nebula’nın Formülü: 3 Yörünge 3 Bulut

Park Nebula 3 yörünge ve Nebula’da iç içe geçmiş 3 buluttan oluşur.Nebula’nın temel bileşenleri bulutlar Ergenenin bir kolu olan Tosbağa Dere ve çevresinin rehabilitasyonuna yardımcı olacaktır.  Bulutlar toprak, hava ve su onarıcı türlerle bitkilendirilmiştir. Yapılacak ölçüm ve analizlerin ardından uygun yöntemin ve bitki türlerinin seçilmesi önerilir.

Bulutlar

Toprak Onarıcılar Bulutu fitoremediasyon yöntemiyle toprağı temizleyen türlerden oluşur. Nebula sensörleri topraktaki ağır metal ve organik kirletici değerlerine göre renk değiştirir.

Hava Onarıcılar Bulutu havadaki karbondioksiti tutma oranı yüksek otsu bitkilerden (C4 bitkileri) oluşur. Nebula sensörleri havadaki kirlilik değerlerine göre renk değiştirir.

Su Onarıcılar Bulutu su arıtıcı bitkilerden oluşur. Nebula sensörleri sudaki kirlilik değerlerine göre renk değiştirir.

3 buluta heterojen biçimde yayılmış olan Nebula sensörleri toprak, hava ve sudaki kirletici değerleri ölçer ve buna bağlı olarak ışık yerleştirmesinin rengi değişir. Böylelikle Nebula bulutları Tosbağa Dere’nin toprağını, havasını, suyunu temizlerken, pembeden yeşile uzanan skalasında Lüleburgaz’ın toprak, hava ve suyunun kirlilik oranlarıyla ilgili kentlileri uyaran bir aydınlatma sistemi olarak çalışır.

Yörüngeler

Yörüngeler Nebulanın farklı bölgelerini ve bu bölgeler arasındaki etkileşimi tarif eder. Nebulanın 3 yörüngesinin teması, keşif, takas ve moladır.

Yörüngeye Girenler

Yörüngeye girmesi hedeflenen üç hedef kitle, kentin yaşayanları, yakın çevre kırsal kesim, ve kentin ziyaretçileridir. Kentin yaşayanları nebulayı bir rekreasyon alanı olarak kullanır. Özellikle keşif yörüngesinde doğa ile baş başa kalma fırsatı yakalar.

Takas yörüngesinde kentlinin kentli ile ve kentlinin  köylü ile etkileşime girdiği yörüngedir. Bu yörüngede belirtilen etkileşimi destekleyen alanlar tasarlanır.

Yörüngeden Çıkanlar

Nebulanın yörüngesinden çevresel kirlilik unsurları dışa atılmaktadır. Nebulanın kente doğru genişleyen yörüngesi ise onarıcı peyzajın bileşenlerini kentin içine taşır.

Projenin görselleri bu linkte var.

peyzaj mimarlığının yeni eşiği altyapı

Posted in peyzaj mimarlığı, peyzaj teorisi by enip on 22 Oca 2018

 

Bu yazının amacı güncel peyzaj mimarlığının, mimarlıktan mühendisliğe kayan bir tasarım arayüzü olarak tutunduğu pozisyonu anlamaya çalışmak. Mühendislik, tasarım, ekonomi ve ekoloji arasında duran bu arayüz “peyzaj altyapısı”1 olarak peyzaj mimarlığı teorisinin de son halkasını oluşturuyor. Mevcut altyapıları iyileştirirken de büyüme beklentisindeki ekonomilerin mecburi hizmeti olan yeni altyapıları geliştirirken de peyzajın tasarım ve uygulama süreçlerindeki belirleyici rolü artıyor. Sanıldığının aksine, bu talep yalnızca ekolojik dengelere dair bir kaygı bozukluğuna dayanmıyor. İşlevsel ve estetik vaatleri kadar kent ekonomisi için sunduğu potansiyelleri sayesinde peyzaj, bugünün çok disiplinli tasarım pratiklerinde bir artefakt olmaktan çıkarak bir aktöre dönüşüyor.

Yalnızca teknik işleyişi çağrıştıran bir kavram olmaktan sıyrılan altyapının anlamları da, tıpkı peyzaj gibi çoğalıyor. Farklı arazi kullanımları arasındaki insan, meta, kapital, enerji akışını ifade eden “altyapı” tasarım, ekoloji ve mimarlıkla tanışıyor. Bu karşılaşmadaki potansiyellere değinmeden, peyzajın ve mimarlığının bu aşamaya dek geçirdiği dönüşümü değerlendirmeyi önemli buluyorum. Peyzaj tarihinden ayrıştırılamaz olan bahçe tarihinin dönüm noktalarına bakan bu türden bir geriye dönük okuma, tarihi yassılaştırma riskine ve bazı açılardan tartışmaya açık olmasına rağmen kavramsal karmaşayı biraz olsun dindirebilir. Peyzajın ne kadar zengin bir kavram olduğunun her fırsatta altını çizme ihtiyacına, kendini sürekli anlatmaya çalışan bu profesyonel eylemin beslendiği teorik arka plana, dahası sisteme nasıl adapte olabildiğine bu karmaşadan çıkabilme motivasyonu ile bakalım.

Bahçeden Arta Kalanlar

Yerleşik hayata geçen insanla başlayan bahçe tarihinin ilk örnekleri üretim ve inanç esaslıdır. Batı tarihinde Aydınlanma Çağı’yla birlikte estetiğin bu değerlerin önüne geçişi bahçenin yüksek bir sanat statüsüne geçmesine sebep olur. Sembolizmle yoğunlaşan mekanlar olarak bu dönemde bahçe sanatı, belli bir zümreye aittir. Bu sanatı icra eden kişi olarak “peyzaj bahçıvanı” unvanını ilk kullanan 19. Yüzyılda yaşamış İngiliz bahçe tasarımcısı Humprhy Repton olarak kabul edilir. Repton’un işverenlerine kendini tanıtırken kullandığı bu ifade ve kartvizitindeki mesaj, peyzaj tasarımının temellerine dair ipuçları barındırır.

dscf9752

Red Book adlı portfolyosunun ilk düşündürdükleri yeni manzaralar yaratmanın, bu manzaralarda anlam ve estetik yaratma kaygısının yaptığı işin amacı olduğudur. Bu, bahçeyle başlayıp parklarla devam eden, kentleşmenin sebep olduğu problemlere angaje olup politik ve sivil hareketlerin ivmesiyle kendini dönüştüren bugün adına peyzaj mimarlığı dediğimiz disiplinin esaslarını da açıklar. Sonrasında adı bahçe tasarımından bahçe mimarisine, ardından peyzaj bahçeciliğine ve peyzaj mimarisine, son olarak peyzaj şehirciliğine dek uzanır. Bugünlerde ise altyapı ile sınırları genişleyen bir uzmanlık alanının kendi nişini tariflediği ilk hedefi bu vaatte gizlidir: estetik bir deneyim sunmak. Bugün peyzaj mimarının temel amacı budur. Adı bahçe mimarisi de olsa peyzaj altyapısı da olsa ne ekolojinin sarsılan dengelerinin düzenleyicisi olmakla ne de doğanın kusursuzluğunu anlatmakla kendini kısıtlar.

Bahçe, tarih boyunca doğaya duyulan özlemin cisimleştiği mekan olagelmiştir. Burada ilk akla gelen ve sorgulanması gereken doğaya duyulan özlemin ve sebep olduğu melankolik etkinin kaynağıdır. Bugün sıklıkla karıştırılan kavramlar olarak, doğa, bahçe, peyzaj, çevrenin ayırdına varmak, insanın doğa ile hiç de naif olmayan ilişkisini anlamayı gerektirir. Bu kavramların her biri kendi içinde insanın dünyası ile arasındaki fayda-zarar denklemini farklı biçimlerde sorunsallaştırır. Doğaya yaklaşma, ona dönüş, ondan öğrenme, onunla uyum gibi konseptler sıklıkla tartışılır. Bu konuya ilişkin çeşitli fikirler geliştirenler arasında Joachim Ritter (1963) insan için doğaya mutlak bir geri dönüşün asla mümkün olmadığını, insan olarak özgürlüğümüzün temel koşulunun doğayı kontrol etmek olduğunu savunur. Bu açıdan bakılınca bir kavram olarak peyzajın doğuşu ve temsil ettiği değerler de berraklaşır. 16. yüzyılda ortaya atılmış olan peyzaj kavramı, insanın doğa ile arasında bir tampon mekanizma olarak doğadan fiilen kopuşunun da miladıdır. Peyzajın ifadesiyle birlikte artık doğa ve içinde insan, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak yoktur, aksine doğayı kontrol altına almış, kendini ondan ayırarak egemenliğini ilan etmiş insan vardır. Bu kopuştan türeyen peyzaj, insan ve bakir doğa arasında imgeler ve sembollerle dolu kavramsal bir alandır. Bahçe ve ona duyulan gereksinim de bu alanda varlık bulur. Faydaya yönelik, estetiğe yönelik, matematiğin, dinin, egemenliğin sembolü bahçeler, yüksek kültürlerin aynası olarak insan ve doğa arasında yaşama dair ifade arayışlarıdır. Tam da bu sebeple insan evrimleşip, toplumlar değiştikçe bahçenin içerdiği tüm anlam ve fiziki unsurlar yerini yenilerine bırakır. Bugün en bilinen örneklerden Japon bahçelerinin de, Fransız ya da İtalyan bahçelerinin de güncel uygulamaları asırlık örneklerinden ayrışıyorsa bunun sebebi kültürün devingen yapısıdır.

Bahçeden Parka, Kentsel Peyzajın Doğuşu

Ortaçağ’ı takiben bahçe tasarımı egemen sınıf ve filantropistler sayesinde gelişmiş mimari, edebiyat ve plastik sanatların, inanç temelli yaşam felsefelerinin ışığında çeşitli stillere mensup olmuş, anlatım ve uygulama gücü yüksek bir dağarcık oluşturmuştur. Giderek üretimden artefakta dönüşmüş olan bahçe 20. yüzyılda başka bir kırılma noktasına sahne olacaktır. Modern devlet yapılanmalarının filizlerinin atıldığı dönem bahçeler için de bir paradigma kaymasının başlangıcıdır. Buradaki dönüşüm mülkiyetin el değiştirmesine dayanır. Egemen sınıfın mülkü olan bahçeler sahipsiz kaldıkça kamuya açılmaları kaçınılmazdır. Neredeyse bir müze gibi gezilen bahçelerin pek çoğu böylece kamulaştırılır, kent yaşamının bir parçası olur.

İnsanın doğaya karşı ilan ettiği egemenliğin sembolü olan peyzaj, bu dönemde kent sahnesine iner. Endüstrinin sebep olduğu problemlere çözüm arayışındaki bu sahne kent parklarının doğuşunu müjdelemektedir. Modern kentin sakinleştiricisi park ile sembolist bahçelerin karşılaşması kentsel peyzajı var eder. Henüz ekolojinin acil bir gündem olmadığı bu günlerde kentin yeşil alan ihtiyacı, endüstriyel kirliliğin beslediği kaygılarla resmiyet kazandıkça peyzaj mimarlığı bahçe tasarımından sıyrılarak bugünkü pozisyonunu çizmeye başlar. Bahçe de buna mukabil sembolizmini yitirdiği, fakat işlev ve içerik olarak zenginleştiği bir döneme girer. Modern öncesi dünyanın bahçesi ile modern kentlerin parkı, kentliler için estetik bir dışavurum olmaktan temel bir ihtiyaç olmaya doğru kılıf değiştirir. Bu esnada ekoloji biliminin Alman zoolog  Ernst Haeckel tarafından 1896’da adı konmuştur. Biyoloji, jeoloji ve evrim teorisi gibi alanlara dayanan kökleriyle ekoloji bütün bilginin referansının insan olduğu, insan merkezli bir dünyada doğanın temsilcisi olarak bir boşluğu doldurur ya da mevcut boşluğu daha da derinleştirir. 20. yüzyılın ilk yarısında ekoloji bilimi sırasıyla biyosfer, süksesyon (sıralı değişim), yaban hayat, besin zinciri, ekosistem gibi bugün en sık kullanılan kavramların da tanımıyla ağırlık kazanır. Peyzaj mimarlığının ekoloji bilimiyle fiili karşılaşması da bu döneme rastlar. Endüstriyel kirliliğin kent yaşamında azımsanmayacak boyutlara gelmesi ve artan çevre krizlerine karşı, bilimsel yüzünü ekolojiye yaslayan peyzaj mimarlığı da eleştirel bir tavır almak zorundadır. Bunun akademide farklı ekollerin oluşmasına sebep olan çeşitli sonuçları olmuş, estetiğe dayalı öncelikler kendini pozitif bilimlere teslim etmiştir.

Peyzajın Mimarlığından Altyapının Peyzajına

Takip eden yıllarda peyzaj mimarlığının bir yüzü tasarıma geri dönerek ekoloji ile güçlendirdiği bilimsel altyapısını estetik kodlarıyla bütünleştirmenin yollarını aramaya başlar. Disiplin, kentleşmenin sebep olduğu ihtiyaçlara kent parkları, teras bahçeler, yeşil duvarlar, post-endüstriyel parklar, yağmur bahçeleri, meydanlar, yeşil koridorlar ve benzeri başlıklarla değişen ölçeklerde çözümler üretirken genetik mirasından yararlanır. Bu süreçte peyzaja ve prensiplerine dayalı tasarım çözümleri emsal teşkil ettikçe peyzaj mimarlığı da dönüşür. Altyapı bu dönüşüm zincirinin son halkası olarak bugün karşımızda. Ekonominin yaşamın tüm alanlarına sızdığı, niteliğin hızla ölçüldüğü bir çağda mekan pratikleri en hızlı ve erişilebilir olanı sunmakla sorumlu tutuluyor. Kent yaşamını ancak nefes alınabilecek boşluklar bıraktığında hareketlendirebileceğini keşfeden yönetim mekanizmaları kamusal mekanların tasarımına yeni fırsatlar gözeterek yaklaşıyor.

İçinde bu hareketin temeli olan ulaşımı tasarım, peyzaj ve mimariyle bütünleşik düşünmek, çok katmanlı bir kurgu öneriyor. Bunlar bir yandan kentliden kullanıcıya dönüşmüş olan insanlara nefes alabileceği alanlar açıyor, böylelikle kent ekonomisinin yeni mıknatısları haline geliyor. New York’tan High Line ve Fresh Kills, Seul’da Cheonggyecheon River, Zürih’te Lettenviadukt, İstanbul’da Taksim Meydanı ve Beylikdüzü Yaşam Vadisi, Eskişehir’de Porsuk Çayı, Kopenhag’da Superkilen, Barselona’da Raised Gardens of Sants ve benzeri altyapı olarak Peyzaj başlığını dolduran yerli ve yabancı referanslar yeni kent ekonomisinin de katalizörleri olarak çalışıyor. Bu projeler peyzajı yalnızca yerin üstünde bir düzlem olmaktan alıp çok katmanlı bir makineye dönüştürür. Bu makine, kent hayatının yeni sakinleştiricisi olduğu kadar ekonomisinin de katma değeridir. Hareketin ve hızın yalnızca ekoloji ve tasarımla değil, ekonomi ile de bütünleştiği bir kurguda peyzajın mimarlığı altyapıya kendini bırakmak zorundadır. Bu çok katmanlı tasarım problemleri kendini sembolist estetikten var etmiş bu disiplinin yeni durağıdır.

 

1- Peyzaj Altyapısı Landscape Infrastructure teriminin çevirisi olarak kullanılmaktadır.
2- Marcel Smets ve Kelly Shannon The Landscape of Contemporary Infrastructure kitabında Altyapı’nın Mimarlık, Planlama ve Peyzaj ara kesitindeki yeni anlamını ve potansiyellerini açıklar.
3- Uğur Tanyeli  Tarihi Yassılaştırma Saplantısı adlı makalesinde Mehmet Özdoğan’ın “tarihi yassılaştırma” olgusunu geçmişte yaşanmış, ortaya konmuş olanları aralarındaki zaman-mekan ilişkisini gözardı ederek düşünmeyi ve karşılaştırmayı mümkün kılmak olarak açıklıyor.
4- Landschaft: zur Funktion des Ästhetischen in der modernen Gesellschaft
5- Tampon Mekanizma Mübeccel Kıray’ın toplumsal değişim kuramını anlatırken kullandığı ifadedir.

 

Bu yazı Ekim 2017’de XXI Dergisi‘nde yayımlanmıştır.

ds’nin mikrokozmosu

Posted in peyzaj, peyzaj mimarlığı, sergi by enip on 02 Ağu 2016

Bu yazı Mimarlık Dergisi 2016 Mart sayısında yayınlanmıştır.

 

‘Peyzaj mimarı bir mikrokozmosun tasarımcısıdır.’

Deniz Aslan’dan bu cümleyi duyduğum, peyzajla tanıştığım öğrencilik yıllarımı net hatırlıyorum. Büyük bir kafa karışıklığı; kozmos nedir, mikrosu nedir, tasarım nedir, dahası peyzaj nedir!? Bugün anlayabildiğim kadarıyla kafa karışıklığı işin olmazsa olmazıymış. Bir birinden kopuk ipuçları vererek bir yere çekerdi öğrenciyi Deniz Aslan. En sonunda her birimiz bu karışıklığı farklı açılardan çözmeye çalışırken bulurduk kendimizi.

Aynı cümleyi peyzajla ilgili bir miktar fikrimin olduğu bugün duyduğumda ise, mesajı almak için bahçenin, peyzajın felsefesine vakıf olmanın ve meseleye başka bir pencereden bakabilecek derinlikte olmanın gerektiğini düşünürüm. Öteki türlü mikrokozmosun, çok katmanlı yaşam ortamının ne olabileceğini, boyutlarını ve değişkenliğini, çeşitliliğini, düzensiz düzenini görebilmenin ve tasarımda gösterebilmenin olanaklı olmadığını düşünürüm. Sergiyi gezip, kitabı detaylı biçimde incelemenin ardından, Deniz Aslan’ın mikrokozmosdan kastının yalnızca bir meslek insanı olarak peyzaj mimarının tasarım misyonu olmadığını, aynı zamanda kendi mimarlıklarında hayalini kurup, hayata geçirmeye çabaladığı, çoğu zaman da bunu gerçekleştirdiği kurguları olduğunu görüyorum.

Refleks olarak konuya peyzajdan yaklaşma eğilimime rağmen, Mikrokozmos Öncesinden Bugüne DS Mimarlık’ın 30 Yılı Sergisi’ni bir peyzaj mimarlığı sergisi olarak tanımlamanın yetersiz kalacağını biliyorum. Bu çok kişisel hikayeleri içeren üretim seçkisine, bir ‘DS sergisi’ demek daha doğru olur. Pelin Derviş’in editörlüğünü üstlendiği kitabın alt başlığının isabetli tarifi gibi DS, ‘atipik’ bir mimarlık pratiği. İçine peyzajı, mimarlığı ve belgelemeyi katarak, araştırma ve eğitimle bezenmiş ve doğrusu bugün Türkiye’de bir tür ekol yaratmış olan Deniz Aslan ve Sevim Aslan’ın kişisel yaratımı DS. Ve gerçekten de atipik! Sergi içinse bu birikimin, 30 yıla sığan onca karşılaşmanın, hikayenin, deneyimin incelikle süzülmüş bir ürünü demek yanlış olmaz.

Öncesinden Bugüne DS Mimarlık’ın 30 Yılı Sergisi’ne Bakış

Studio X’e girer girmez, DS’ye ait içeriğin yer aldığı ‘sergi peyzajı’ izleyiciyi kendi rotasına davet ediyor. İç mekanda dış mekan algısı yaratan sergi düzeni, ağaç kabukları ve kozalaklara basarak yakınlaşılan içerik ile zenginleşiyor. Sergi, bu sayede materyalleriyle duyusal olarak da temas kuran ziyaretçiyi kavrıyor ve DS’nin hikayesinin içine ister istemez giriyorsunuz.

Girişte Deniz Aslan’ın kariyerinde önemli bir yere sahip olan Cemil Topuzlu Parkı projesinin çizimleri dikkat çekiyor. Sergide ve kitapta, ismi geçen pek çok değerli kişi arasında Günel Akdoğan’ın önemli rolü hissettirilmiş. Deniz Aslan ve Günel Akdoğan’ın hem akademik hem de profesyonel ilişkilerinin DS’nin yapı taşlarına nüfuz ettiği oldukça belirgin. Cemiz Topuzlu Parkı’nın ardından DS’nin kapıları peyzaj mimarlığına açılıyor ve önemli bir peyzaj literatürüyle karşılaşıyoruz. Günel Akdoğan’ın yönetiminde 70lerde hazırlanmış olan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi yayınlarından bir dizi peyzaj mimarlığı dergisini görüyoruz. İçeriği hala peyzaj mimarlığı tartışmaları açısından güncel sayılabilecek, çok değerli bir arşiv.

Ardından infografiklerle ofisin geçmişine, projeler, içerikleri, işverenleri ile kısa bir bakış sunuluyor. Deniz ve Sevim Aslan’ın kendi ifadeleriyle anlatıları, DS okulundan yolu geçmiş, bugün kendi kariyerlerinde önemli noktalara gelmiş genç isimler, eskizler, pratiğin o kapılması çok kolay girdabına rağmen eğitim ile hiç kopmamış hep yakın kalmış bir ilişki, Sevim Aslan’ın belgeleme pratiği, farklı halleriyle serginin bölümlerini oluşturuyor. Dolu dolu ama kısa bir yandan da.

Serginin bu DS’ye özgü kişiselleştirilmiş hali yalnızca Pattu’nun kürasyon ve sergi tasarımı deneyimine dayanan heyecan verici çözümlerinden değil, aynı zamanda DS’yi kendi kimliğiyle iyi biliyor olmalarından kaynaklanıyor. Işıl Ünal ve Cem Kozar, hem sergide hem de kitapta, her bir projenin dikkatlice oluşturulmuş künyelerinde, dolayısıyla geçmişinde yer almış mimarlar listesinden, DS’yi yakinen tanıyan isimler.

Mimarlığın Atipik Hali

Kitap, sergiyi taşıyan yapay peyzajın son kısmında ‘Peyzaj / Son Dönem’ bölümünde ziyaretçiye sunulmuş. DS’nin yakın geçmişte imza attığı, uygulanmış ve uygulanmamış işleri de bu bölümde yer alıyor. 30 yıllık birikimin geldiği noktayı ve geleceğine dair ipuçlarını bu bölümde okuyoruz. Sergi ile DS dünyasının uzun geçmişine kısaca göz atıp bugününe ulaşıyor, ardından kitap ile Deniz Aslan ile Sevim Aslan’ın kişisel hikayelerine derinlemesine giriyoruz. Peyzajı mimarlığa, mimarlığı peyzaja katarak ve aynı zamanda belgeleyerek Türkiye’de örneği olmayan bir tür pratiğin nasıl oluştuğunu; malzeme, uygulama ve yöntem bilgisini sürekli bir çoğaltma çabası ile deney yapmaktan vazgeçmemiş bir tavrın nasıl evrildiğini okuyoruz.

Editör olarak Pelin Derviş’in kitabın başında görünüp sonra sorularıyla metin aralarına saklanmasının kitabın akıcı dilinde, sürükleyiciliğinde payı büyük. Yazının başında sergi için bulunduğum ‘Bu bir peyzaj sergisi değil!’ serzenişi, kitap için de geçerli olsa da hem serginin hem de kitabın peyzaj mimarlığının yakın geçmişine ve eğitimine şimdiye dek Türkiye’de örneği görülmemiş bir kaynak oluşturduğunu belirtmeliyim. Biraz daha ileri gidebilir, bu retrospektifin esasında Türkiye’de peyzaj mimarlığının tarihinin büyük bir kısmına şahit olduğunu söyleyebilirim. Son sözde, sergi ve kitabın yalnızca peyzaj mimarlığının çorak entelektüel ortamı için bir kazanım değil, çoğu zaman farklı gördüğü konularla ilişki kurarken zorlanan tipik mimarlık ortamı için de çok kıymetli bir kaynak teşkil ettiğini not düşmeliyim.

peyzaj mimarlığında teknoloji IV

Posted in CNC, peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 03 Ara 2013

Maket mimarlıktaki gibi peyzaj mimarlığının da çalışma ve sunum yöntemleri arasında en önemli araçlarından biri. Hatta çalışma tekniği olarak tasarım sürecini tamamiyle yönlendirebilecek, kendi başına kararları test edebilecek güçte bir yöntem. Özellikle bir önceki yazıda bahsettiğim büyük ölçek alanlar söz konusu olduğunda zahmetli bir iş aynı zamanda. Eğimli arazilerde onlarca katmanı düzgün bir şekilde kesip üstüste getirerek oluşturulan topografya maketlerinde harcanan zamanın, emeğin yeri kayda değer. Temiz sonuç için gereken iş böyle meşakkatli olunca maket ofislerde çoğunlukla es geçilen, gerekiyorsa proje kağıt üzerinde çıktıktan sonra dışardan alınan bir hizmet olmaktan öteye gitmiyor. Hal böyleyken ancak zorunlu kalınırsa başvurulan, bedeli göze gelen bir yöntem olarak peyzaj tasarımında arka plana atılıyor.

Modellemede olduğu gibi maket konusunda da yeni araçlar peyzaj mimarlığının pratiğinde yer edinmeye başladı. 3 boyutlu üretim teknikleri arasında en bilinenleri laser cutter, 3D printer, CNCler peyzaj mimarlığı için yeni olsa da uzun zamandır pek çok alanda kullanılan araçlar. Bunlardan peyzaj ölçeğine en uygun olduğunu düşündüğüm CNC ile ilgili biraz fikir cimnastiği yapalım.

CNC yani Computer Numerical Control, sayısal bir işleme yöntemi. Torna tezgahlarında, mekanik işlemleri yöneten G ve M kodlarla yönetiliyor. Bu kodlar bilgisayarda geliştirilen 3 boyutlu modellerin CAD/CAM ile işlenerek sayısallaştırılmasından oluşuyor. İşleme esnasında tornada kullanılacak başlıkların çapı, işlem hızı, açısı, koordinatları, derinliği gibi bilgileri içeriyor. Model hazırlandıktan sonra CNC kullanılarak hazırlanacak maket için bu kodların hazırlanması ilk aşamada çok da kolay bir iş değil. Bu durumda işin maharet isteyen kısmı devreye giriyor. Tercihe göre belirli katmanlardan oluşan işlem esnasında değişiklikler yapılması veya farklı malzemelerin kullanılması mümkün. Mesela daha kalın bir başlıkla işin kabası bitirilirken, daha küçük çaplı bir başlıkla ince detaylar, ondan da incesiyle son bitişlerin yapılması buna bir örnek olabilir. Bu kodların oluşturulması tıpkı maketteki gibi özen ve dikkat istiyor. İşleme esnasında müdahalenin eldeki kadar kolay olmaması bütün detayları önceden düşünmeyi gerektiriyor.

CNC’nin işleyişi kavrandığı takdirde yapabileceklerin sonunun olmadığı ve el işi maketin tersine malzeme skalasının çok geniş olduğu, dahası proje sürecini etkin kıldığı gibi çıkarımlar benim yalnızca kendi deneyimimden kazandıklarım. Yaygınlaştıkça daha makul fiyatlara servis sağlanacağı düşünülürse bu işin geleceğinde yer etmesi uzak görünmüyor. Benim geçen sene yaptığım ilk çalışmanın üretim esnasında yaşattığı sorunlar, tezgahın ve malzemenin kullanımı, CAM ayarları ve biraz da kusurlu sonucunu anlatan video aşağıda ve görseller yukarıda görülebilir. Malzeme olarak sert strafor, renklendirilmiş alçı kullandığımı da not düşeyim.

Bu yazı dizisinin devamı aşağıdaki linklerde:

Peyzajı Parametrelerle Tasarlamak: Grasshopper

Peyzajı Lazerle Taramak: LIDAR teknolojileri

Peyzaj Mimarlığında Teknoloji

 

 

peyzaj mimarlığında teknoloji III

Posted in grasshopper, peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 29 Kas 2013

Peyzaj mimarlığının çalışma ölçeği giderek genişliyor. Hasar görmüş endüstriyel alanların rehabilitasyonundan sel yönetimi için stratejik kararlara dek pek çok alanda peyzaj mimarlığının planlama, doğal sistemler ve kentsel tasarım arasında gidip gelen bilgi birikimine ihtiyaç var. Küçük ölçek alanlardan farklı olarak büyük ölçek projeler aynı anda yönetmesi zor pek çok katmanı ve bu katmanların karmaşıklığını barındırıyor. Çoğu zaman bu karmaşıklığı ayrıştırmak bile tasarım süreçlerinin en büyük meselesi oluyor.

Ölçekler bu denli büyüdüğünde bilindik araçlar (özellikle de yalnızca 2 boyutlu çizime olanak tanıyanlar) çözüm üretme konusunda yetersiz kalıyor. Örneğin en çok kullanılan Autocad, Archicad tarzı vektörel programlarla yeni topografyaları ve bunların olası sonuçlarını test etmek ve bu testlere dayanarak mekan çözümlemelerini yeniden gözden geçirmek mümkün değil. 3 boyutlu modelleme yaparak iyi görselleştirmelerle müşteri ve ilişkili yapılar kolaylıkla ikna edilebiliyor olsa da bu görüntülerin güvenilirliği, prezisyonu konusunda konuşmak güç. Kaldı ki resim gibi kalan çizimler yüzünden uygulama esnasında yaşanan sürprizler mimarın başına bela. Bu açıdan teste dayalı bir tasarım sürecinin pek çok katkısı söz konusu. Deneme yanılma yönteminin verdiği esneklikle test sonuçlarına göre projenin güncellenmesi ve yeni yaklaşımların oluşturulması için çizimlerin uyarlanması bu programlarla oldukça fazla zaman kaybına yol açıyor.

PEYZAJDA PARAMETRELERLE ÇALIŞMAK

Bu sebeple proje karar aşamasında parametrelerin belirlenmesi ve çeşitli varyasyonlarının en iyi sonuça ulaşana dek test edilmesi tasarım sürecini çok daha etkin kılarken, çeşitlemeler arasındaki karşılaştırmalar sayesinde en güvenilir çözümü ortaya çıkarmak kolaylaşıyor. Bunun için parametreleri bir arada işleyebilecek ve birbiriyle ilişkilendirebilecek pek çok yöntem var. Benim deneyimli olduğum Grasshopper bunlardan biri, bu sebeple bu yazıda Grasshopper’la yapılabileceklere kendi projem üzerinden bir bakış sunuyorum.

Grasshopper ücretsiz bir Rhino eklentisi, yani Rhino’nun içinde çalışıyor. Arayüzü script yazımına göre çok daha kolay ve anlaşılır olmasına rağmen, geliştirilen fikirlerin teste tabi tutulması için gereken pratikliği kazanmak zaman alıyor. Normal çizimden farklı olarak Grasshopper’da, ya da öteki scriptlerde çizimi vektör vektör yazılı olarak tarif etmek ve birbirlerine bağlamak gerekiyor. Bu açıdan konvansiyenel çizim yöntemlerinden tamamen ayrılıyor. Farklı bir üretim sistemi olması bu mantıkla çalışan ve parametre esaslı tasarım yapmaya olanak tanıyan öteki araçları da rahatlıkla kavrayabilme fırsatı tanıyor.

Benim projeme dönecek olursak en büyük tehdidin sel baskını olduğu İsviçre’deki Reuss Vadisi için hazırladığım öneri yeni bir topografya dilinden oluşuyor. Tamamen alanın kendisinden türetilmiş belirli parametrelere bağlı olarak oluşturulan topografya modeli nin kodu 3 ayrı katmandan oluşuyor. Proje çok detaylı olduğu için her kısmına burda yer vermek mümkün değil ancak bu katmanların nasıl işlediğine dair videolar aşağıda izlenebilir.

İlk olarak harita ve model üzerinde belirlenen kararların ardından yeni topografyanın bu kurallarla nasıl oluşabileceği ile ilgili metrik bölüm.

İkinci olarak bu yeni topografyanın arasında yaratılan drenaj kanalları sayesinde suyun nasıl drene edileceği; yükselen su seviyesine nasıl tepki vereceğini, farklı varyasyonlarda nerelerin sel altında kalıp, nerelerin kurtarılabileceğini gösteren kısım.

Son olarak da mülkiyet sınırlarını takip ederek belirli kısımlarda yükseltilip alçaltılan yeni topografyanın hacim hesaplamaları. Bu hesaplamalarda dengenin gözetilmesi için eksi ve artı olarak değerlerin birbirine bağlanması.

Bu kodlar tamamen bu projeye özgü olarak hazırlanmış, dolayısıyla bu alanın koşullarına yanıt vermeyi amaçlayan, projenin son ürününden çok temel kararları aşamasında devreye girmesi için oluşturulmuş parametrik araçlar. Özellikle büyük ölçek alanlarda bu işlemlerin çok büyük fayda sağladığını, sağlayacağını düşünüyorum. Bu açıdan peyzaj mimarları kompleks alanlarda doğru çözümler üretmek için kompleks araçları çalışma yöntemlerine dahil etmeyi denemeliler.

peyzaj mimarlığında teknoloji II

Posted in peyzaj mimarlığı, teknoloji by enip on 30 Eki 2013

Peyzaj mimarlığında teknikten söz ederken yalnızca detayların mimarileştiği, strüktürlerin en ince ayrıntısına kadar çözülebildiği bir bilgi havuzunun gerekliliğinden söz etmiyorum. Bugünün peyzaj mimarlığının bu koşulları yaratmadan var olması mümkün olmamakla beraber aksi haline peyzaj mimarlığı demeyi de doğru bulmuyorum. Bazen peyzaj düzenlemesi, çevre düzenlemesi gibi tanımlar bu tür çalışmalara daha uygun isimler oluyor.

Peyzaj mimarlığının ilgilendiği konulara bakalım. Öncelikle akla bitkibilim diğer adıyla botanik geliyor. Bitkibilim adı üstünde bir bilim dolayısıyla büyüyen bir arşiv; bugün kendi altında histoloji, morfoloji, ekoloji, sosyoloji gibi başlıkları olan ve ziraat, biyoloji gibi dallara da dokunan bir araştırma alanı. Peyzaj mimarlığı açısından büyük önem taşıyan ancak her projede öncelikli olmayan bir boyut çünkü ne tarihte ilk örneklerini gördüğümüz haliyle bahçe mimarlığının ne de bugünkü adıyla peyzaj mimarlığının projelendirme sürecinin önceliğini bitkiler oluşturmaz. Öncelik arazidir, topraktır, basılan zemindir, jeolojik karakterdir özetle bunların hepsini kapsayan topografyadır. Bunu özellikle bahçe tarihinde yerin dinamiğini kullanan, suyun akışına göre düzenlenen örneklerde görmek mümkün. Dolayısıyla bütün sistemi taşıyan topografyanın peyzaj mimarlığının temeli olduğunu söylemek yanlış olmaz.

TOPOGRAFYAYI HARİTALAMAK

İlk adım topografyaya yönelince bunun niteliğini anlamak sayısal bir altlığa ihtiyaç duyuyor. Eşyükselti eğrileri dolayısıyla eğim bu altlığı biçimlendiren temel veriler olarak ön plana çıkıyorlar. Alanın dinamiği topografyada, topografyanın sırrı eğimi anlamakta saklı duruyor. Eğim de ancak rakamlarla okunuyor ve yazılıyor. Bir alfabe kadar sistematiğe sahip bu tekniği anlamayan bir peyzaj mimarının işini hakkıyla yapmasına, kot çözmesine ve araziyi okuyup en uygun çözümü oturtmasına imkan yok.

Tam da bu noktada, yani topografyayı bize okutan altlıkların hazırlanması işi ve bu verilerin bize nasıl geldiğiyle bizim nasıl işlediğimiz devreye giriyor. Haritalama ve plankoteler alanın deşifre edilmesi için büyük önem taşıyor. Fakat ne yazık ki proje süreçlerinin başında harita mühendisleri tarafından hazırlanan planların temiz bir altlığa dönüştürülmesi işi adeta karın sancısı. Aynı plankoteden çıkan topografya modellerinin birbirini asla tutmaması da cabası. Bu noktada söz konusu altlığı oluşturan ve kullanan iki disiplinin daha farklı, pratik bir ilişki kurması gerekiyor.

38012_grotte

Yersel Lazer Tarama yöntemi ile dijital ortama geçirilmiş bir alandan görüntü

Jeodezi ve fotogrametri, bugün yeni adıyla Geomatik mühendisliği günümüzde farklı ölçüm teknikleri kullanmakta. Kullanılan teknolojiler arasında çok da yeni olmayan LIDAR (Light Detection and Ranging) peyzaj mimarlığı ve planlaması açısından öne çıkıyor. Bugün temel olarak havadan ve yersel olarak iki yönteme ayrılmış olan lazer teknolojisi, temelde etrafına yaydığı lazer ışınlarının geri dönüşleriyle nesne ya da yüzeylerin uzaklıklarını tespit etmeye yarıyor. Lazer ışınlarının gönderilmesi ve geri dönüşü arasındaki zaman farkı bu mesafelerin belirlenmesini sağlıyor. Kullanılan ekipmandan sağlanan ham veri de bir nokta bulutu, genel adıyla pointcloud datası oluyor. Elde edilen ve prezisyonu dolayısıyla da güvenilirliği çok yüksek olan pointcloud ın çok çeşitli şekillere dönüştürülmesi mümkün.

Tarama yöntemleri yalnızca arazi modellerinde değil, cephe röleveleri ve restorasyon, arkeolojik alanların belgelenmesi, madencilik gibi pek çok alanda kullanılıyor. Bu yöntem kullanılarak taranmış bir parkın videosu aşağıda izlenebilir.

 

peyzaj mimarlığında teknoloji I

Posted in peyzaj mimarlığı, peyzaj teorisi, teknoloji by enip on 01 Eki 2013

Geçtiğimiz yıl boyunca kafa yorduğum meseleleri derlemenin vakti geldi. Her şey kabasaba bir soru ile başladı:

Peyzajın da teknolojisi mi olurmuş?

Olmalı. Rafine edilmiş haliyle şöyle soralım:

Hesaplamalı tasarımın mimarlığı kasıp kavurduğu günümüzde peyzaj mimarlığı meselenin neresinde duruyor? Dahası geçtiğimiz on yılda pratik-teorik arası paslaşmalarla olgunlaşan ve böylece kazandığı ivmeyle büyümeye devam eden mimarlığın bilgi havuzundan kendine nasıl pay çıkarıyor, bu bilgiyi nasıl özgünleştiriyor ya da özgünleştirebilir?

Bu sorular yeni nesil peyzaj mimarlarının arayışlarına katılmalı. Tek bir yanıtı olmasa da düşünürken bir rehber gibi tutunulması önem taşıyan, gelecek vaad eden bakış noktaları es geçilmemeli.

frames_00501-2

Numeric topography

Peyzaj mimarlığının mesleki tarihine, kullandığı araçlara göz atıldığında teknolojiyle haşır neşirliğinin göze çarptığı dönüm noktalarını coğrafi bilgi sistemlerinin (GIS) pratiğe dahil edildiği dönemde görmek mümkün ve bu araştırmaların temeli 70lere dayanıyor. GIS bugün çok büyük bir ilgi ve kullanım alanı bulamasa da peyzaj mimarlığının en faydalı, kullanıldığı takdirde en etkili aracı olmaya devam edecek. Buna ek olarak CAD sistemleri, CNC ve 3D print gibi projenin efektifliğini artıran hızlı sonuç veren üretim yöntemleri ya da Processing ve Rhinoscript, Phyton, Grasshopper gibi plug in ya da programlama dilleri bugün proje süreçlerine dahil edilebilecek yüzlerce yeni dilden sadece birkaçı.  En basite indirgendiğinde parametrik tasarımın birer kopyalarını tekrarlamak değil tasarım sürecini daha etkin kılmak, neden sonuç ilişkilerini daha hızlı kurmak hedeflenmeli. Bu yaklaşım temeli güçlü olmayan bir biçim sarhoşluğuna kapılmaktansa ilerleyen projelerde de üzerine koyarak büyüyecek bir bilgi havuzu oluşturmak açısından önemli. GIS dışında sözü geçen bu araçları yalnızca biçim üretici aracılar olarak görmek yetersiz bir bakış açısı olur. Öte yandan ancak ustasına sonsuz olanaklar sunan ve hergün bilgi dağarcığı büyüyen bu araçların proje süreçlerine nasıl, hangi evrede, ne yoğunlukta dahil edilebileceği bir soru işareti.

İlerleyen postlarda bu soru işaretini takiben söz konusu araçların peyzaj mimarlığı ile olası ilişkilerini düşünmeye devam edelim.

park, peyzaj ve peyzaj mimarlığının geleceği

Posted in konferans, peyzaj, peyzaj mimarlığı, peyzaj teorisi by enip on 07 Tem 2013

Türkiye sonuçlarını ancak uzun vadede anlayabileceğimiz hareketli bir dönemden geçiyor. Politik okumasını yapamam ama peyzaj ve kamusal alan konusunda sebep olacağı yapılanmaları ve bilinci tahmin etmek zor değil. Özellikle de Gezi Parkı olaylarının başladığı Mayıs sonundan bugüne kadar katedilmiş yol düşünüldüğünde. Demokratik hakları ve mücadelenin karşı çıktığı ve talep ettiği değişimi tek kalemde kazanmak mümkün değil. Kamusal alanın özellikle de parkın bu hakların savunusuna mekan olması kadar anlamlı bir durum olmadığını düşünüyorum. Bu alanları sade vatandaş olarak sahiplenip yaşattıkça gerek yerel yönetimin gerekse hükümetin benimsediği otokrasiyi uzun vadede devam ettirmesi mümkün olmayacak.

İstanbul’un park ve bahçeler müdürlüğüne teslim edilmiş çevre güzelleştirme çalışmaları bu olaylarla birlikte iyice göze batmaya başladı. Kenti boyama kitabı gibi kullanan, fuzuli çiçeklendirmeleriyle çevreci bir imaja bürünüp kredi toplayan park ve bahçeler müdürlüğünü bugüne kadar zevksiz, kitsch diye kabul edip umursamadık ancak bu metotla belediyenin nasıl kendini meşrulaştırdığını anlamak güç değil. Bugün yerel yönetimin göstericilere karşı diktiği ağaçlardan, kent ekolojisinin en zengin alanlarını yok etmesine karşılık onlarca yeşil kaportalı alan yaratmasını üstüne basa basa tekrar etmesi tesadüf değil. Bu hizmetlerin niteliğini anlamak ve siyasi bir görüşün de ötesinde eleştirebilmek için öncelikle bir çevre bilinci gerekiyor. Peyzaj mimarlığı açısından park ve bahçeler müdürlüğünün tekeline aldığı kent peyzajını aynı zamanda müthiş gereksiz harcamalarla savurduğu ve yararlı projelere aktarılabilecek önemli bir pay olan bütçesini nasıl başka kanallara yönlendirebiliriz hiçbir fikrim yok, bu anlamda sorgulamak ve sorgulatmak en iyi başlangıç olacaktır. Ama peyzaj mimarlığının geleceğinin de sadece refüjlere ne yazılıp ne yazılmayacağının kararında olmadığını bilmiyorum.

Haziran sonunda Hannover’de uzun süre eşine çok sık rastlanmayacak nitelikte bir konferans gerçekleşti. Thinking the Contemporary Landscape adı üstünde peyzajın çağdaş rolünü ve alacağı pozisyonu tartıştı. Bunu yaparken peyzaj mimarlığının ve eğitiminin yapılandırılması üzerine de çokça fikir paylaşıldı. James Corner, Charles Waldheim, Adriaan Geuze, Christophe Girot, Kathryn Gustafson, Turenscape hatta Saskia Sassen, David Leatherbarrow gibi peyzajla doğrudan alakalı olmayan -ki bu yaklaşımın meseleye katkısı tartışılmaz- sosyoloji ve mimarlık tarihi uzmanlarını da içeren tam bir starlar geçidiydi. Teorik ve pratik tartışmaların içiçe geçtiği tartışmalarda bugün aslında Türkiye’de içinden çıkamadığımız, belki de illaki bir çıkış gerektirmeyen, peyzaj kavramının anlamından ve kültürel farklarından, mesleğin sınırlarına dek pek çok konu konuşuldu. Kabaca bir karşılaştırmayla peyzaj mimarlığı gündeminin aslında kültürler ve ülkeler arasında çok da fazla değişmediğini söylemek mümkün. Elbette bambaşka dinamikler ve arayışları bir yana koyarsak mesleğin kendini yenileme yapılandırma çabası aynı.

Ben Türkiye’de 2003 yılında peyzaj mimarlığı okumaya başladığımdan beri mesleğin alacağı pozisyon, kendini nasıl yenileyeceği, çağa nasıl ayak uyduracağı ve rekabet edeceği üzerine süregiden tartışmaların içindeyim ve 10 yıldır somut bir adım görülmedi. Okumaya başlarken köklü geleneğine rağmen metodolojisi hala tartışılagelen bir kurumun içine girmek kafa karıştırıcı olsa da bugün bunu bir avantaj olarak görüyorum. Christophe Girot 70lerde peyzaj planlama okurken benzer tartışmaların olduğunu sık sık belirtir ve kendi pozisyonu sürekli eleştirerek yerini sorgulamasının peyzaj mimarlığının özü olduğunu yineler. O günden bugüne mesleğin kapsamı değişmedi ama genişledi. Konferansta vurgu artık peyzaj mimarlığının kentlerin iyileştirilmesinde, açık alan sistemlerinde nasıl etkin rol oynayacağında değil, örneğin sel yönetiminde, ulaşım başta olmak üzere altyapı projelerinde, değiştirilen coğrafi sınırların ve topografyaların yönetiminde nasıl yer alacağıydı. Peyzaj mimarlığı ve planlaması arasındaki çizginin giderek inceldiğini büyük ölçek alanların planlamasında oynadığı rolün önemi ortaya çıktı. Öte yandan mimarlıktan çok mühendisliğin meslek sınırları içinde çok iyi anlaşılması gerektiğinin sürdürülebilir ve çözüm üretebilir altyapılandırmalarn geliştirilmesinde ne derece mühim olduğu önemli başlıklardan biriydi.

Bu açıdan ekolojinin, ekosistemler bütünlüğünün ya da peyzaj şehirciliği gibi kentleşmede doğal sistemlerin feyz alınmasını savunan görüşlerin rafa kalkmasa bile bir kenara konulduğunu belirtmeliyim. Daha doğrusu bazı konularda mutabık olunmuş, dolayısıyla yeşil sistemlerin, sürdürülebilirliğin hem ekonomik hem çevresel boyutlarının yıllardır konuşulagelen tekrarlarına kimse başvurmadı. İçeriğin ve meslek sınırlarının yanısıra teknoloji ve peyzaj mimarlığı konusu da çokça tartışıldı. Hem pratikte hem eğitimde kullanımları, esasında 60larda GIS’in kurulmasıyla başlayan teknik donanımlanmanın bugüne kadar geçirdiği dönüşümden, plan, kesit, kolaj, video gibi ifade araçlarının yeterliliği üzerine çokça konuşuldu. Ve elbette bugün mimarlığın ajandası olan parametrisizim in yansımaları ve potansiyelleri üzerinde duruldu.

Çok önemli saptamalar var hepsini bir seferde sığdırmak doğru olmaz. Özetle peyzaj mimarlığının geleceğinde doğaya ve çevreye karşı sarhoş bir romantiklikle her yeri yeşil gören, ağaçlarla dansettiği bir sahne olmayacak. Ya da böyle bir sahnede biz olmayacağız. Yapılı çevre sorunlarına çözümler üretirken; doğal sistemlerin prensiplerinden ve ekolojinin öğretilerinden uzaklaşmadan, ama aynı zamanda yalnızca bunlara da sığınmadan analitik çözümler üretmeli peyzaj mimarı. Peyzaj, evet parka çiçeklerle döşenen yazının fontundan sorumlu olabilir. Bu utanç kaynağını görmezden gelip dünya konjönktürünü takipe çalışmak kibirli ve çaresiz bir tutum da olabilir. Ve bu şartlar altında yapacağımız teorik tartışmaları pratikte hiçbir yere koyamayız. Ancak birini değiştirmeye çalışırken ötekini unutmak da soruna çağdaş yaklaşımların önünü tıkayacaktır. Bu açıdan bakınca önümüzdeki dönemde Türkiye’de peyzaj mimarları agresifleşmeden ve içinden çıkamadığı sorularda boğulmadan yeni adımlar atmalı, meselelere getireceği yaratıcı çözümlerle kendini yenilemeli, alanını kendi yaratmalı.

peyzaj nedir bahçe nedir?

Posted in bahçe, peyzaj, peyzaj mimarlığı, peyzaj teorisi, söyleşi by enip on 14 May 2013

Bu söyleşi Emlak Dünyası Dergisi’nde yayınlanmıştır.

 

Gürsoy Ercan: Peyzaj nedir tam olarak? Neden hep olduğundan farklı anlaşılır?

Enise Burcu Karacizmeli: Olduğundan farklı anlaşıldığı konusunda çok haklısın. Türkçede kullandığımız peyzaj kökeni Fransızcaya dayanan bir kelime. Pays ve age olarak iki ayrı kökten oluşan bileşik bir sözcük. Ben Fransızca bilmesem de, Almanca ve İngilizce örneklerinde de benzer bileşik yapıyla karsılaştığımız için kelimenin görüşe, araziye, toprak parçasına referans verdiğini biliyorum. Türkçe karşılığının kafalarda net bir anlam uyandırmamasını da bu ithalat, köken sorununa bağlıyorum. Kelime olarak ilk kullanımına Avrupa`da 18. yüzyılda resim sanatında rastlıyoruz. Dönemin yerleşim alanları ve doğayla iliksilerini, kırsaldaki hikayeleri tasvir eden resimlere peyzaj resmi deniyor. Türkçedeki ilk kullanımını da 20. yüzyıl basında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası`nda görüyoruz zaten.

Bu anlam bulanıklığını kısaca bu köken sorunuyla açıklayabilirim. Profesyonel olarak peyzajın bugünkü anlamı; insanin algılayabildiği ve estetik ya da işlevsel olan açık alanlar olarak özetlenebilir. Peyzajın genellikle karıştırıldığı doğa kavramından ayrıldığı nokta da tam olarak bu estetik ve fonksiyon meselesi. Peyzaj mimarlığı ise tüm bu acık alanların planlamasını ve tasarımını üstlenmiş olan meslek disiplini. Peyzajın bugün kentsel peyzaj, kültürel peyzaj, kırsal peyzaj, doğal peyzaj gibi alt kategorilerini de görüyoruz meslek alanı dahilinde. Ve bunların her biri de farklı işlevleri ve kullanımları içeriyor. Bahçeler konusuna gelince suna açıklık getirmek gerek. Bahçe kavramı peyzaja kıyasla çok daha eski ve köklü. Antik dönemden itibaren bu alanların kültürel, özellikle de dini anlamlarıyla ön plana çıktığını görüyoruz kaynaklardan. Bugün peyzaj diye adlandırdığımız alanlar ölçek olarak bahçelerin boyutlarının çok çok üstüne çıkabiliyor. Bu yüzden içinde bahçeleri ve öteki kentsel açık alan sistemlerini de içeren, kapsamı anlam ve boyut olarak bahçeden çok daha büyük bir terim olarak kullanılıyor. Bu ilişkiyi düşününce de bahçeler için peyzajın ve peyzaj mimarlığının yapıtaşı diyebilirim kabaca.

GE: 10 metrekare bahçem var diyelim. Ne yapabilirim? Çözüm önerilerin neler?

EBK: 10 metrekarelik bir bahçede mevsimlik çiçekler, çalılar, yer örtücüler gibi bitkilerle ve doğal taslarla hem kullanımı kolaylaştıracak hem de görsel açıdan konfor sağlayacak bir düzenleme yapılabilir. Bu büyüklükte bir alanda küçük çapta bir sebze üretimi yapmak da mümkün. Bunun için önce toprağın ıslah edilmesini öneririm. Çapalama, havalandırma ve gübreleme daha verimli bir toprak için izlenmesi gereken işlemler. Havalandırma bahara doğru, gübreleme ise sonbaharda yapılır. Bunları göz önünde bulundurmak önemli. Yetiştirilebilecek sebzeler arasında marul, maydanoz, nane, soğan aklıma ilk gelenler. Toprak derinliğine bağlı olarak farklı sebzeler de yetiştirilebilir tabii ki. Gerekli derinliğin sağlanamadığı alanlarda saksı tarzında kaplar da kullanılabilir. Meyve ağaçları içinse nispeten daha geniş alanlara ihtiyaç var.

GE: Kişiye özel tasarımlar yapılıyor mu? Bu anlamda yardımcı olan kim var Türkiye’de? 

EBK: Evet, kişiye özel tasarımlar yapılıyor. Türkiye’de bu konuyla ilgilenen pek çok peyzaj mimarlığı ofisi var. Peyzaj mimarları kullanıcının isteklerini ve mekanın koşullarını, mimari sınırlamaları ve fırsatları göz önünde bulundurarak çözümler önerirler. İyi ve sürdürülebilir bir bahçe için bitkilendirmeyle birlikte düşünülmesi gereken, örneğin, sulama, aydınlatma gibi teknik uygulamalar var. Bu yüzden peyzaj mimarları hizmet verirken tasarımlarını mühendislik çözümleriyle birlikte sunarlar.

GE: Senin sevdigin bahceler hangileri Türkiye´de?

EBK: Türkiye`de farkında olunmayan köklü bir bahçe kültürünün olduğunu söylemeliyim. Bahçe deyince akla ilk Osmanlı döneminden kalma saray bahçeleri geliyor. 19. yüzyılda batılılaşma etkisinde yapılmış çok değerli alanlar bunlar. Bahçeler bakıma, ilgi alakaya her daim muhtaç olduklarından bozulmaya hatta yok olmaya çok elverişli mekanlar. Saraylar bahçeleriyle bütün olduğu için bu örnekler günümüze ulaşmış en belirgin tarihi bahçe örnekleri. Bahçeler de ayni mimari ve sanat gibi dönemlerinin hakim sosyal ve kültürel koşullarından etkilendiği için farklı stiller ortaya çıkmıştır. Osmanlı saray bahçelerinin stillerinden söz etmek gerekirse Barok ve natüralist akımların görünür olduğunu görüyoruz. Batılılaşma öncesi Osmanlı bahçeleri hakkında ise ne yazık ki yalnızca gezginlerden, ressamlardan kalan yazılı ve görsel kaynaklardan bilgi edinebiliyoruz. Görülmesi gerektiğini düşündüğüm bahçeler olarak aklıma gelenler Istanbul`da Yıldız Parkı, Beylerbeyi ve Dolmabahçe saraylarının bahçeleri, Ihlamur Kasrı`nın bahçesi gibi tarihi örnekler. Sabancı Müzesi`nin bahçesini çok beğeniyorum. Peyzaj tasarımı çok özenle yapılmış ve muazzam fıstık çamlarını ve teraslarını mutlaka görmek gerek. Şifalı bitkilerle ilgilenenlere Zeytinburnu tıbbi bitkiler bahçesini öneririm. Baltalimanı’ndaki Japon bahçesi ise Uzakdoğu kültürüne merak duyanlar için ilginç olabilir. Bahçeköy`de Atatürk Arberetum’unu bitkilerle ilgilenenler kesinlikle görmeli; her zaman rastlanılmayan özgün türler var ve ayni zamanda da bilgilendirici. Son olarak da Büyükada`daki evlerin bahçelerini söyleyebilirim. Bu özel alanlara giriş yapmak mümkün değil ama baharda Adalar Müzesi`nin düzenlediği bahçe turlarında gezme şansı yakalanabiliyor.

bye bye natüralizm

Posted in peyzaj mimarlığı by enip on 25 Ara 2012

Peyzaj mimarlığının ajandası son onyıldır ciddi bir yapılanmadan geçiyor. Süregelen tartışmalarda yalnızca bu işin sınırları ve yeni alanları değil, estetiği ve sunum teknikleri de tartışılıyor ki buna en geleneksel araç olan plan gösterimi de dahil. Türkiye’de bu tartışmanın neresinde olduğumuzu okuyamıyorum. Yine de yarışmalara, öğrenci projelerine, uygulanan işlere bakınca gözüme çarpan ve olumlayabileceğim tek nokta detaylardaki incelmişlik olabilir. Bunun dışında mesleğin nerede durduğuna ilişkin hala mimar ve plancılarla kavga etmekten bu güncellemenin uzağında kaldığımız gibi kendi gündemimizi de oluşturamıyoruz. Az önce okuduğum bir makaleden kısa bir not;

John Dixon Hunt, 18. yüzyılın sonlarına doğru baş gösteren İngiliz bahçe akımını hedef göstererek, ortaya koyduğu pitoresk duruşun peyzaj mimarlığının ilerleyen dönemde modernizmde ve de cebelleştiği sorunlarda kendini konumlayamamasına yol açtığından söz ediyor. Bu pozisyon sorununu da meslek yapısının 20. yüzyılda kaçırdığı en büyük fırsat olduğunun altını çiziyor, havaalanları, otoyollar, demiryolları gibi altyapı projelerinde eksikliğine vurgu yaparak. Burda söz ettiği bitkilendirme değil tabii ki!

Demem o ki peyzaj mimarının, ayak uydurmak istiyorsa doğayla romantik ilişkisini bir kenara koymasının vakti geldi de geçiyor. Doğayı taklitten, doğayı şehre getirmekten, yarımyamalak ekolojik önerilerden ya da kullanıcıya bilindik yeşil çerçeveler sunmaktan öteye geçebilmeli artık.

civic square

Posted in peyzaj mimarlığı by enip on 06 Eki 2011

Roberto Burle Marx – Civic Square, Brezilya

Fotoğraflar: Leonardo Finotti

peyzajda kompleksin adı: ben hiç bitki bilmem

Posted in peyzaj mimarlığı by enip on 29 Eyl 2010

Yeni nesil peyzaj mimarlarının kendilerini gerçek tasarımcı ilan etmelerinin ses bulmuş halidir “ben hiç bitki bilmem”. Meali “bitkiyi ben bilmem ziraatçi bilir, ben yalnızca tasarlarım, bitkiyle mitkiyle uğraşamam” oluyor genelde. Bu insanlar genellikle İTÜ, Bilkent ve Yeditepe mezunları; lisans boyunca mimarlıktan tarihe, tasarımdan konstrüksiyona, kuramdan planlamaya, ekolojiden fotoğrafa uzanan bir eğitim görmüş arkadaşlar. Neden bilinmez ama mezun olduklarında hiç bitki bilmezler. Bilinmemesinde bir sorun yok, okulda verilen bitki eğitimi çok sınırlı zaten. Kaldı ki “lisanstan mezun olduğunda kim ne biliyor sanki” diye düşünerek çok ciddiye alınmayabilir ama ben benzer tepkilerle başka mecralarda da karşılaşıyorum. Bunun bir üstünlük aracı olarak kullanılıyor olmasına takıkım. Bu konuda kaygım büyük. Komplekse ve kibire olan tahammülüm de bir o kadar az.

PEYZAJ ZİRAAT Mİ SANAT MI YOKSA MİMARLIK MI?

Peyzaj mimarlığı eğitimi dünyada ve Türkiye’de 3 ana ekolde verilir. Ziraat/orman fakülteleri, mimarlık fakülteleri ve güzel sanatlar fakülteleri olmak üzere verilen eğitimin anlaşıldığı üzere ana bilim dalıyla ilgili tam olarak bir ortak yakalanamamış, bu yüzden her fakülte kendi farklı eğitim modelini uygulamakta ve ağırlığı başka uzmanlıklara çekerek mezun olduğunda farklı dillerde konuşan peyzaj mimarları yetiştirir. Akademik eğitime ek olarak meslek yüksek okullarında da 2 yıllık peyzaj teknikeri yetiştiren bölümler de mevcut.  Türkiye’nin ilk peyzaj mimarlığı bölümü Alman ekolüyle kurulmuş Ankara Üniversitesi ziraat fakültesi kapsamında kurulmuş. Uzun yıllar peyzajı ziraatten ayırmak için didinmişler. Bugün okulların dağılımına ve yetişen öğrencilere baktığımızda fakültelerini ve aldıkları eğitimin hararetle en doğru peyzaj eğitimi olduğunu savunan, bir ötekisini kötüleyen öğrencilerle karşılaşıyoruz. Biri “bitki olmadan peyzaj olmaz kardeşim” diyor, öteki “peyzaj orman fakültesinde verilmelidir” diyor, bir öteki “peyzaj başlı başına bir sanattır” diyor, beriki “peyzaj mimarlıktır mimarlık kalacaktır ben bitkiden bilmem” diyor. Ha bir de Bilkent mezunlarının “ben kentsel tasarım okudum, biz hiç peyzaj görmedik okulda, bizi mimarlar yetiştirdi” savları var ki benim en sevdiğim, en mantıklı bulduğum fikir budur! Tam bir zeka parıltısı!

Türkiye’de kentsel tasarım diye ayrı bir meslek dalı olmadığını tartışmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Yalnızca adı var. Bir ucundan plancılar çekiyor, öteki ucundan mimarlar plancılara “siz ne anlarsınız” diyor. 2-3 fakültede yüksek lisans eğitimi şehir ve bölge planlama ana bilim dalına bağlı olarak veriliyor, bir tek İTÜ’de 3 bölüme bağlı olarak çok disiplinli olma iddiasında bir program kapsamında eğitim veriliyor. Ne idüğü belirsiz bana göre. Bu ayrı bir tartışma konusu.

ANLIYORUM AMA KONUŞAMIYORUM

Aynı şekilde mimarların tavrına ne demeli? Her gördükleri otu böceği sorup “bu ne bu ne bu neeaaee?” diye sormaları da bir o kadar abes. Bir keresinde ben de delirmiş “bahçevanmıyım ben yaaaa ühüh” diye tepki vermiştim. Ne gereksizmiş. Ama uzunca bir süre bitki bilmenin neresi ayıp, bilmemenin neresi havalı diye düşündüm. Bunun mesleğinden utanan, mimarlık okumaya gelip okuyamamış, bitki bilmeyince mimarlığa ya da sanata daha yakın durduğunu sanan küçük akıl oyunları olduğunu kavradım.

Ama peyzajcılar n’apsın? Bir keresinde yakın bir arkadaşım ise “aa siz kesit çiziyor muydunuz?” diye sormuştu, ben de “yok biz sadece resim yapıyoruz, desen çalışıyoruz, iyi oluyo baya” demiştim ki bir kısım peyzaj mimarlığı gerçekten buna meylediyor, biz olmaması için çabalıyoruz. Mimarlar konuya o kadar ilgisiz ki -yalnızca peyzaja değil iç mimariye, çoğunlukla planlamaya ki bence en vahim kısmı bu- günümüzde mimarlık camiasının tek aktörlerini kendileri sanmak gibi geri kalmış bir düşünceyle bugün var olmaya çalışıyorlar. Bu her şeye yetmenin gerektirdiği ilgi ve bilgiden ise yoksunlar. Yetersiz kaldıkları noktalarda “bilmemkimin işi o” deyip kaçıyorlar. Dünyada ne olup bittiği hakkında azbuçuk fikir sahibi olanlar ise bu coğrafyada, bu kompleksi ve meslekler arası kaçınılmaz iktidar yarışını hak edecek derece geri olduğumuzu ama yine de son yıllarda hızlı gelişmelere şahit olduğumuzun farkında.

Öte yandan peyzaj mimarlarının durumunu çaresiz bulmamak elde değil… Kendilerini ortaya koymak adına “ben bitki bilmem”, “bunu ziraatçılar değil biz yapmalıyız”, “herkes meslek alanımızı işgal ediyor”, “mimarlar bize alan tanımıyor”, “şehirciler peyzajdan ne anlar”, “peyzaj sanat mı mimarlık mı”, “en iyi eğitimi hangi fakülte veriyor?” gibi cevabı olsa da faydası olmayan sorulardan sıyrılıp kendilerini işleriyle ortaya koymalı. Dövünüp şikayet etmenin anlamı yok. Yeni ve 20. yüzyılın ikinci yarısında meslek olarak ayrılmış her alan gibi kendini ispatlamaya, kendine bir niş bulmaya ihtiyacı var. Az laf çok iş lütfen diyor ve peyzaj mimarı akranlarıma sesleniyorum;

Bitki bilmemek değil öğrenmemek ayıp.